Hazreti Havva’ dan başlar bu hikaye, eğe kemiğimizden sonra. Hep ikinci olmanın zahmeti ve eziyeti sembolize etmiştir kadınları. İkinciyi geçen kaçıncı olur zeka sorusunun cevabına binaen asla birinci olmazlar. Bu böyle kazınmıştır beyinlere, çentik atılmıştır ruhlara.

Eksik etek, aklı kısa, eli hamurlu diye etiketler yapılmış; oysa bir annenin  toplum için önemini anlatacak kelime, genç bir kızın gözlerindeki parıltı hiçbir gözde ve bir ninenin dilindeki ağıt hiçbir dilde yoktur. Ama görebilen, gördüğünü idrak edebilen, idrak ettiğini fiiliyata dökebilen kaç kişi var?

Kadınlar kendi ayaklarının üstünde durduğu gün bu toplum adam olur ve geleceğe daha güzel bir bakış açısıyla yelken açabilir; umuda, barışa, kardeşliğe ve güzelliğe onlarla kol kola, yan yana, dört nala gidilebilir.

Yere tükürmeyen ve küfretmeyen bir toplum için meydana çıkın, kavga etmeyen ve bağırmayan bir toplum için kendinizi gösterin. Bugün için lazımsın, yarın için elzemsiniz. Birimiz için gereklisiniz, hepimiz için vazgeçilmezsiniz. Yetimler için can, öksüzler için yürek, hastalar için ilaç, dullar için ev, acizler için şefkatsiniz. Haydi kadınlar, ortaya çıkın ve varlığınızı toplumun iliklerine sinene dek hissettirin. Bu memleketin; ayakta durabilen, kendini ifade edebilen, evladını bi’hakkın yetiştirebilen, okuyabilen, yazabilen kadınlara acilen ihtiyacı var. Anonsa gerek yok sanırım. Bunun için senede bir günü beklemeye de tahammülünüz olmasın, her gün sizin.

Ülkemin kadınları, bölgemin, ilçemin farkında mısınız? Gün sizin; kutlu ve mutlu olsun, iyi ki varsınız.

Yeni gelinler konuşmazdı büyüklerin yanında, yemez, içmez ve gülmezdi. Ölü desek uyardı sanırım.

Yolda yürürken arkasından yürür erkeğinin. Kaybolmasın sakın, amanın aman, kaçırmasınlar sonra? Yanında yürüse kıyamet kopar. Erkeğin tapusundadır bir taşınmaz arazi gibi,; oysa tarlayı tarla, evi ev ve ocağı ocak yapandır kadın.

Kadın konuşamaz, asla itiraz edemez, hele son sözü hiç söyleyemez. Ne haddine beyler beyi, ağalar ağası dururken! Racona halel mi getireceğiz bu dakikadan sonra. Yeri geldi mi sever, yeri geldi mi çakarız. Ayda yılda bir de olsa çiçek alırız. Bazen de “Zaten çiçek gibidir.” der kendimizi kandırırız. Çiçek susuzluktan kuruyup solmaya başlar; rengini, kokusunu, hercailiğini yitirir. Sonra bir posa gibi kenara atar, ahkam keser, kadının vazifeleri diye hükümler veririz.

İşi çocuk yapmaktır ilkin, sonra çocuklara bakmak ve üst başı yıkamaktır. Daha sonra yemek yapmaktır. Dahası var mı? Hayvan varsa evde onlarla uğraşmak yetmedi tarlada çalışmak daha sonra ölmektir zamanı kalırsa! Ya gençliği, letafeti, cevvallığı… Bu dünyada yaşamışlığı yoktur zannımca. Ya okumuşluğu? Boş ver kadının gözü açılmasın. Ya anneliği, şefkati, güzelliği…  Bırak kalsın.

Yokluğu, şekerli tereyağı gibi sac ekmeğinin üzerine katık yapan kadınlarımız vardı. Sakızını başına örttüğü yazmasının üstüne yapıştıran. Aç kalmış anneler bilirim; yeterince beslenemediği için bebeğini emzirememiş ve bebeğinin altına aynı bezi günde beş kez yıkayıp takan…

Yeni gelin imajını zedelememek için büyüklerinin yanında konuşmayan, gülmeyen, yiyip içmeyen; hafta sonları içi çamaşır dolu leğen ve topaçlarla Ohi’nin, Kalecik’in kirli sularında büyük bir ailenin çamaşırlarını yıkamakla elleri deterjanlı kadınlarımız vardı.

Deterjan kokulu kadınlarımız bir güzel parfüm kokusuna hasret yetişen. Elleri tezek kokulu ninelerimiz halen yaşamaktadır bu coğrafyada. O öpülesi elleri kışın soğuğunda çatlamış, yazın sıcağında nasırlaşmış. Saçımızı okşasın o eller. Emeğin izidir o nasırlar. O çatlaklar merhemdir insanlığımıza, alın teridir. Helal olsun size kadınlar, helal olsun.

Teyzem sırf erkek çocuklarla okula gidip geliyor diye alıkoyulmuş okul yolundan. Okul ki kadınlarımızın hiç uğramadığı, uğratılmadığı ateşböcekleriymiş gecenin ve memleketin karanlığını aydınlığa çeviren. Belki okusalardı daha farklı olurdu halimiz. Belki uzaya gitmiştik, füzelerimiz olurdu aydan öteye giden. Roketlerimiz olurdu bu coğrafyayı koruyup kollayan ama onlar el işi yapmışlardır en güzel dönemimde çocukluk ve ilk gençliklerinin eğitime ayrılması gereken zaman diliminde. Dantelden, entelden ve çeyizden bir toplum olup çıkmışız. Kızlarımız ne kadar evde kalsa, okuldan ne kadar uzak tutulsa o kadar iyidir anlayışı bir karabasan gibi sarmış dört yanını memleketin. Bugün çeşitli kampanya ve desteklerle bunu kırdık.b İlerisi aydınlık biraz daha. Tünelin ucundaki ışık görünüyor. Babalar; kızları okusun ve iş güç sahibi olsun diye ceketlerini satıyor.

Umutluyuz düne nazaran yarının anneleri okuyor ve öncenin acılarını silip atıyor bir kalemde. Çünkü özgüvenini kazanmış, kendi ayakları üzerinde bir heykel gibi durmuş. Selam, hürmet ve  iltifat size.

Halen memleketin güneş girmeyen mıntıkalarında kızlar çocuk yaşta satılıyor başlık parası adı altında. Bilmem hangi adamın kaçıncı karısı olmak üzere. Ağırıma gidiyor; o baba, başlık parasını nasıl yer ve yutar lokmasını gönül rahatlığıyla. İşte kanayan yaramız bu . Töre adına vurulur kızlar suçsuz bir şekilde hem de. Erkekler sütten çıkmış ak kaşık! Hangi can kıyar yavrucağına, hangi baba kalemi kırar ölüm üstüne. Yüreğim yırtılıyor.

Karacaoğlan haykırır Toroslardan kadınlara: Yeni açılmış gül der; şeker şerbet, süzülmüş bal, zülüf, ak gerdan, boyu servi…; Mazmunlarını döker ortaya, en güzel teşbihlerini. Nazım, kanayan yaraya dikkat çeker değer verilmeyen ve sevilmeyen kadınlarımız için “Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen.” diye. Tevfik Fikret ise “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.”diye kadınların sefilliğinin toplumun değerlerini nasıl yerle bir edeceğini anlatır. Orhan Veli şuh halini kaleme alır kadının “Ne atom bombası, Ne Londra Konferansı, Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna, Umurunda mı dünya!” diye. Özdemir Asaf “Hepinizi öyle seviyorum ki” diye başlar kadınlar adlı  şiirine. Cemal Süreya “Ödevleri yenilmek olan hep / Bıçakla kemik arasında / Susmakla ağlamak arasında.” diye haykırır kadınlar için. Hilmi Yavuz ise “Doğu’nun Kadınları / Onlar hüznü bir çeyiz / Çileyi ince bir nergis / Ve gülerken bir dağ silsilesi taşırlar / Ve birer acıdan ibarettirler kayıtlarımızda.” diye betimler kadınlarımızı.

“Ah, kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya” diye bağırırken Gülten Akın, bizler de son sürat giden arabamızı durdurup  senede bir gün de olsa yolun kenarındaki gülleri koklamaya çalışıyoruz.

Senede bir gün de olsa gününüz kutlu olsun kadın!  Senede bir gün de olsa, senede bir gün, bir gün… Anlayın halimizi, kusura bakın!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol