İç dünya ile hareket edilmesi her zaman ve herkes için; hatta büyük çoğunluk için mümkün ve doğru olmayabilir. “İslam zahire göre hükmeder.” emri insanların dış görünüşüne göre değerlendirme yapılmasını emreder. Zira gizli açık, içi, gaybı, her şeyi en iyi bilen Esmasında da olduğu gibi Allah’tır.

“… İçini mi yardın…” Hadisi-i Şerifi ile Resulullah (sav) bu konuda en güzel örnektir. Ama biz hissi kablelvuku ve özel hallerle iç alemin ötesindeki zahiri, dış görünüşü okuyamadık, göremedik, anlayamadık, örnek de alamadık; aldandık.

Aldandık, aldatıldık, aldattık belki de! Bu bir gafletse yanlışın neresinde isek hata ve kusurdan dönmek, kendisi ile karşı taraftan özür dilemek sadece bir erdem değil; aynı zamanda öğrenmedir, tecrübedir. Olumsuzluk, pişmanlık, eksik olana hayıflanma ifadesi de olsa ama, fakat, lakin, keşke…

Öğrenmek; ille de bir bina içerisine, bir masa üzerine, bir kişinin anlatımı ile sınırlı kalmak; not tutmak, kalemle yazmak, kes kopyala yapıştır, duyu organları ile hareket etmek demek değildir. Görmediği, duymadığı… halde görmeyen göz, duymayan kulak… olanlara, ortaya engelsiz insanlardan daha mükemmel eser çıkaranlara da haksızlık etmemek gerekir. İşte tarihin sayfalarında yaşayanlar; Piri Reis, Aşık Veysel, Beethoven….

Vahiy, ilham, hissederek, görerek, dokunarak, işiterek, okuyup yazarak(sözlü), şartlanma, deneme-yanılma, yorumlama… şekilleri ile öğrenme gerçekleşir. Bazen öğrenme yoluyla insan sadece okur yazar olabildiği gibi, daha ileri düzeyi, hatta ihtisaslaşmış haliyle eğitim- öğretim gerçekleşmiş olabilir.

Bu yeterli mi? Elbette hayır. Gelelim ilim, alem, alim, arif, öğrenim, öğretim ile kaldığımız yerden devam etmeye…

Bir kere ilim geniş anlamda ele alındığına, Kur’an-ı Kerimde OKU ayeti ile bir emir hükmüdür ve hayat için gereklidir.

Kişinin kendisinden, aile, çevre, ekonomik ve diğer şartlardan dolayı okuyamaması, eğitim ve öğrenimin değişik nedenlerden dolayı sekteye uğraması, bina, yeterli personel, teknik, elektronik, donanım, yeterli bilgiye ulaşmak ve bu bilgileri uygulayabilmek, önyargılar, batıl inançlar, bahaneler, çok yönlü imkansızlıklar, nicel ve nitel imkansızlıklar, öğrencinin seviyesine ve gönlüne dokunamamak, eğiticinin kendisini yeterince geliştirememesi, maddi ve manevi imkanları yerinde ve zamanında kullan(a)mamak gibi durumlardan dolayı eğitim ve öğretimin alanında karşılaşılan sorunlar maalesef hala bizimle birlikte yaşamaktadır. Başka?

Milletin inanç, kültür, değer, gelenek, görenek gibi ölçüleri yeterince dikkate almamak. Evrensel değerlerin ötesinde özenti ile yozlaşmaya ve emperyalizme davetiye çıkarmak. Mobing, baskı, gibi yanlış uygulamalar ile beyin göçüne dur diyememek, ezber eğitimini ısrarla sürdürmek, sınav sisteminde karşılaşılan sorunlar, sorunlardan kaçmak, özgüven eksikliği… gibi sorunları sayabiliriz.

Ama daha da vahimi dayatmalarımız, görmek istediğimiz haller, gösteriş adına yapılanlar, içi boş hal, süsleme ve cilalarımız ile heba ettiklerimiz, ahlaki dejenerasyonlarımız, düne olan küskünlüğümüz, yabancılaşmamız…

Yıllarca Öğrenci Andı ezbere okundu ama içerisindeki, tarihteki Türkler, doğruluk, çalışkanlık, yasa olan küçükleri korumak, büyükleri saymak, yurdumuzu, milletimizi özümüzden çok sevmek, ülkümüzün ileri gitmek olduğu ile ilgili anlatımlar ezberden öte gidemedi, hayatımıza giremedi. Kaç öğretmen, öğrenci andından sonra sınıfta bu konuları ders konusu yaptı acaba?

Binaların dışı çok güzel, boyalı cilalı, albenisi var ama içerisindeki çocuk ve gençlerin içi bu kadar dolu ve güzel mi acaba?

Eğitimcilerimiz işe sadece mesai doldurmanın, vazifenin ötesinde ne kadar bakabiliyor; ya da öğrencilerin öğretmenlerine bakış açısı nasıl, acaba öğrenciler öğretmenlerine hürmetleri hangi düzeyde?

Atamıza, ceddimize ne kadar yakınız? Daha düne kadar, bir vakit namaz kılmadığı için kendisine kızan, emanetleri Osmanlıya getiren Padişah Yavuz Sultan Selim’i dışlayan bakışımızı, Kızıl Sultan olarak dayatılan ve Yahudi’ye boyun eğmeyen Sultan Abdülhamit’i, sürgün edilen ve kötü gösterilmeye çalışılan Padişah Vahdettin’i, at arabası üzerinde sessiz ve sakin bir şekilde ölüme gönderilirken kendisine öğrencilerin sahip çıktığı Mehmet Akif Ersoy’u unutmak mümkün mü?

Fedakârane davranarak en parlak ayakkabıları, elbiseleri giydirdiğimiz, yabancı ülkelerde önüne paralar döktüğümüz, boğazımızdan keserek esirgemediklerimiz, daha iyi uyusun diye sabahın ezanından mahrum ettiklerimiz, geleceğimiz; evlatlarımız geçmişi ile ne kadar barışık acaba?

En önemli zamanını şimdiki zamanı yaşamaktır yerine sınavlarda yarış atı olarak gördüklerimiz, dış görünüşüne aldanarak gençtir, çocuktur diye hoşgörü ile kendisine baktıklarımız gelecek nesil için üzerimize düşeni ne kadar yapabiliyoruz acaba?

Dünyaya, geçici zevklere, ihtiraslara, şöhrete, aldatan tablolara, gösterişli hallere, paraya, yükselen binalara, makamlara, lükse, israfa, … eyvah aldandık!!!

Ama ümit var olmak, sadece kendisi tok olan ve sınırsız ve doyumsuz olan bir yolculukta haydi manevi ve maddi yönden kendimizi silkeleme….

Tam zamanı şimdi…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol