Okuduğumuz bir kitapta geçen kısacık bir cümle ya da izlediğimiz filmin herhangi bir sahnesinde geçen kısa bir diyalog kazınır zihnimize ve aslında o kısacık cümle sayfalarca yazılmış kitabın ya da saatlerce süren filmin genel mesajını ortaya koyar.
“Acılar, mutluluktan daha çok anlayışlı olmamızı sağlıyor.”
Bu söz de “Mandalina Bahçesi” adlı filmin kısa bir sahnesinde geçer ancak filme dair en can alıcı ifadeyi ortaya koyar. Bu cümle filmin vermek istediği mesajı tek başına yüklenmiştir…
Düşününce gerçekten de öyle midir acaba?.. Yani acılar insanların empati duygusu güçlendirip daha anlayışlı olmasını sağlıyor mu? En azından bu pencereden bakmaya çalışabiliriz konuya. Mutluluk gelip konunca dalımıza bütün kuşlar bizimle birlikte cıvıldamaya başlar. Renklerin hepsi kaybolup tozpembeye dönüşür birdenbire ve her mevsim aniden baharın ılıklığını taşımaya başlar. Mutluluk biraz da bencillik isteyebilir çünkü kişi kendi mutluluğunu herkesle paylaşmak ister ancak onun herkeste olmasına pek razı gelmeyebilir. O zaman da yüzlerde sahte tebessümler yerini alır ve birinin mutlu olduğu bir ana şahit olunca dillerden tatlı sözcükler dökülse de gönüllerin hangi duygulara büründüğü pek bilinmez. Tamamen olumsuz düşünmemek gerek, içlerinde dili ve yüreği aynı lisanı konuşanlar da vardır mutlaka!..
Acılar da bireysel bir anlam barındırsa da onda bir başkasının kendine ait bir şeyler bulması daha olasıdır. Acılar girince insanın dünyasına bir yaranın kanarken nasıl acı verdiği daha iyi anlaşılır, o acının zaman geçse de geçip gitmediğini ve vakitsizce kendini hatırlattığını bilir.
Yaşanılan acılar, mutluluklardan daha derin ve unutulmaz izler bırakır insanın ruhunda. Bu acılar bir öğretmen misali çok şey öğretir insana. İnsanlar; hayatın aslında ne kadar da boş ve geçici olduğunu anlar, başkalarını kırmanın şu kısa ömürde hiçbir anlamının olmadığını, kimsenin acısıyla dalga geçilmemesinin gerektiğini, kimin neler yaşadığının bilinemeyeceğini fark eder. Her gülümsemenin aslında biraz acıyı da barındırdığını idrâk eder!..
Belki de kişinin ruhundaki asıl olgunluk o zaman başlıyordur.
Kırıldığı yerden başkalarını kırmayı bırakıp aynı acıyı, yarayı paylaştıkları için onun derdine derman, yarasına merhem olmaya çalışır ve o zaman anlar ki başkasının yaralarına merhem oldukça asıl iyileşen kişinin kendi yaralarıdır. Zaman zaman kendini hatırlatsa da kanamayı bırakıp sadece sızıya dönüştüğünü fark ediyor. Kişi nasıl ki birilerine dermansa başkaları da ona derman oluyordur.
Acılar, o saatten sonra insanlara karşı daha anlayışlı olmamızı sağlıyor. Gülümsemenin kıymetini öğretir, gözyaşının tuzunu tattırır!.. Ve unutmayalım ki acının hiçbir tarifi yoktur; onu, herkes kendi yarasınca tanımlar!..