Havadan sudan söz etmekten uzak benzetmelerin, betimlemelerin , edebiyatın anlamsız ve zamansız olduğu vakitleri yaşıyoruz Deprem, artçılar çığ, uçak kazası ,şehitlerimiz…
Milletçe, devletçe zor zamanlar yaşıyoruz.Sabırla,sağduyuyla,azimle güçlüklerin üstesinden gelmeye çalışıyoruz.
Aslına bakarsak devletimiz esas kodlarına dönmeye çalışıyor. Millet de bunun güzel günlere gebe sancısını çekiyor. Kimisine masal gelse de bir hakikat var ki Türk siyasi tarihinde Osmanlı padişahlarından Sultan II.Abdülhamit Han’ın Jön Türkler, Yahudi Lobisi ve İngilizler tarafından tahtan indirilmesi bir dönüm noktası olmuştur.
Padişah, Osmanlı’yı çökertmeyi Türk milletini esareti, nefis meselesi bellemiş, İngiliz, Rus, Yahudi, Ermeni, Rumlar gibi normalde çıkarları çatışan birbirine rakip olan unsurların “Türkler” söz konusu olunca nasıl tek ses olduklarını Osmanlının ensesinde yumruk olmaya çalıştıklarını görmüştü. Nefesi yettiğince elinden geldiğince düşmanlarının bu tavırlarını bertaraf etmek için uğraşıyordu. Bunu fark edip tüm mesailerini Osmanlının sesini kesmek İslam’ı Müslüman yüreklerden söküp atmak için uğraşan Siyonistlerin, Haçlıların karşısına dikiliyordu .
Padişahı tahtan indiren ekip : Ermeni Eşraf ’tan Aram Efendi, Arnavut Mebus Esad Toptani Yahudi aktivist Emanuel Karasso’dan içinde bir tane bile Türk’ün olmadığı ve nispeten gayrimüslim kişilerdi. Günümüz mantığıyla kendi ulusal çıkarları için Türk ve Türkiye düşmanlığı yapanların torunlarıydı bu zevat.
Dün, Türkler söz konusu olunca koro şeklinde birleşen bu güçler, yıl oldu 2020 yine aynı rollerini oynuyorlar. Biz ise bu duruma yıllarca seyirci kaldık ya da bu dizide oynamak için verilmedik tavizler bırakmadık. Ne zaman ki bu egemenlere ses çıkarmaya çalışan bir Türk siyasisi, Türk düşünürü varsa başlarına getirmediklerini bırakmadılar!
Zaman zaman milli ve yerli davranmaya çalışıp egemen güçlere cansiperane diren devlet büyüklerimizin sancısı yeni bir devlet aklı doğurdu. Bu akıl düşe kalka büyüdü artık babasına ve sevdiklerine yapılan kötülüklerin hesabını sormak istedi, sormaya da başladı .İşte orda kıyametler koparmaya Abd’si de Rusya’sıda ,İsrail’i başladı.Yüz yıl öncesinde Türk’ün milletini ve devletini hizaya çekmek için o zamanın yedi düveli şimdiki liratürde “dış güçlerin “üzerimizde kurmaya çalıştığı egemenlik bugün karşılaştığımız birçok sorunun kaynağını teşkil ediyor.
Dış mihraklar kimi için komplo teorisi olabilir ama ortada bir gerçek var ki 100 yıllık Cumhuriyet tarihi ve yönetiminde çoğu siyasi oluşum halkın milli hissiyatını dünya görüşünü temsiliyetten uzak düşmüşler “Muasır medeniyetler seviyesine” çıkmak slogan olarak ne yazık ki karşılık bulmuştur.
Maksadım, kronikleşen Cumhuriyet -Osmanlı kavgası çıkarmak değil. Yalnızca, insan kitlesiyle, bileğinin hakkıyla iman gücüyle dünya siyasetini nizamını sağlamayı kendine vazife edinmiş Türk devlet geleneğini : İlahikelimetullah ve Nizamı Âlem mefkuresi üzerine bina etmiş “atalar anlayışı “savaşlarda, fetihlerde devletlerarası ilişkilerimizde masada ve sahada yeniden kazanan olmamız lazım.
Tarih, bize geçmişin karanlık sayfalarını andırsa da tarihten ders çıkarıp geleceği çıkardığı derslerden şekillendirebilen Hitler sonrası Almanya, Atom bombası sonrası Japonya, SSCB sonrası Rusya’nın yeniden doğup viranken nasıl mahmur hale geldiklerinin ödevini yaptırmadı.
Adına sanayileşme, bilim ve teknoloji ne dersek diyeli Türkiye ne yazık ki bu dönüşümü yapamamıştır. Temel sebep de bilim ve teknoloji mühendisliği yapmak yerine “toplum mühendisliğini” yapmayı tercih etmişizdir.
Son yıllarda her alanda milli atılımlar yapılıyor. Bu durum bizi cihan devleti, imparatorluk yapmasa da en azından kodlarına, köklerine, 1000 yıllık temel felsefesi ve meselesine dönmek isteyen bir devlet aklımız var. Bu akıl eğitim, sanat, ticaret, sanayi, güvenlik, her alanda tutarlı bir biçimde kökleşebilirse çok daha müspet durumlardan söz edebiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çevresi kafa dinlemelik bir sahil kasabası değil ! En başta inancımız, sonrasında coğrafyamız “bana dokunmayın yılan bin yaşasın” dedirmiyor.