Gün geçtikçe günlük yaşamımızın dijitalleştiği, otomasyona daha çok bağlandığı süreci yaşıyoruz ve bu süreç yelpazesi büyüyor.
Tabii ki insanlar için iyi tarafı da var, sıkıntılı tarafı da var. İyi tarafı işleri daha hızlandırıyor.
Ancak ilgili teknolojiyi kullanamayan, yeteri kadar donanıma sahip olmayan insanlar, yabancı ülkeye turistik amaçlı gidip de yeterince yabancı dil bilmeyenler için yine bazı işlemleri yapabilmek zor gelecektir.
Biliyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri teknolojinin ilklerinin kullanıldığı ülkedir.
Covid 19 salgını nedeniyle son üç yıldır Amerika Birleşik Devletlerine gelememiştim.
Ekim ayından beri Amerika’dayım.
Gelemediğim son üç yılda gördüm ki insanların aldıkları hizmetlerde aktif insan faktörü çok azalmış.
Bazı örnekler vereyim. Benzin istasyonlarında zaten ilk defa geldiğim 1990 yılından beri pompalarda görevli yoktu.
Önceden benzini kendimiz doldurur, sonra kırılmaz camların, demir korkulukların arkasında oturan görevliye kredi kartımızı veya paramızı verirdik ücreti alınırdı. Şimdi artık o görevli binası da yok olmuş. Benzin istasyonu uygulaması akıllı cep telefonuna indiriliyor, kredi kartı da telefona tanımlanmış oluyor.
Benzini alıp cep telefonunu dijital olarak barkod okutulunca ücreti kesiliyor.
Marketlerin birçoğunda yaklaşık on beş tane kasa vardı. Kasa başında duran görevliler mesaileri süresince ayakta kalırlardı, oturacakları sandalye bulunmazdı.
Şimdi kasiyerler de artık yok.
Her bir kasiyer yerine farklı ve daha fazla sayıda sistemler kurulmuş, müşteri kendisi ürünü barkod okuyucudan geçiriyor, ekranı kendisi kullanıyor, yine kredi kartıyla kendisi okutup çıkıyor.
Ancak yardım almak istediğinde bir görevli yardımcı oluyor.
Dışarıya çıkarken de fatura kontrolü yapılmıyor.
Bu durum da müşteriye olan güveni anlatıyor.
Ödeme yapmadan ürün alımı sık olsa sanırım bu sistemi yine klasik sisteme çevirirlerdi.
Ülkemizde de bazı marketlerde bu sistemin küçüğü kullanılmaktadır.
Yine farklı market zincirlerinin bazılarında alış veriş yapabilmek için yıllık aidat karşılığında üye olmak gerekir.
Market uygulamasının akıllı telefona indirilmesi gerekiyor.
İhtiyaçlar alındıktan sonra ürünlerin barkod kodları müşteri tarafından okutulup, telefona tanımlı kredi kartı ile ödeme yapılıyor.
Marketten çıkarken kapıdaki görevli, müşterinin telefonundaki ödemeyi yine kendi cihazıyla barkod okutup kontrolünü, yapıyor.
Alış veriş arabasında ürünler ne kadar çok olursa olsun rast gele birkaç ürünün barkod kodunu elindeki cihaz ile kontrol ediyor.
Görevli kişi o kontrolde sizin ürünün ücretini ödediğiniz bilgisine ulaşıyor.
Yine eminim ki ödemeden ürün alan yani kaçıran yok gibidir.
Aksi olsa alış verişlerde ücretlendirme kısmını klasik sistem ile yapmaya devem ederlerdi.
Araç park yerlerinde ücretlendirme yine “Pay Here” noktalarında akıllı telefon da yüklü olan uygulama üzerinden kredi kartından çekiliyor.
Güzel ülkemizde de bazı zincir mağazalarda bu sistem kısmen uygulanmaya başlandı.
Bu sistemde müşteri kuyruğu olmuyor, fatura da yanlışlık ihtimali olmuyor, her şey müşterinin kontrolü altında.
Ancak o iş yerlerinde çalışanların sayıları oldukça azalmış.
Amerika Birleşik Devletleri’nde işsiz insanlara bir şekilde yardım ediliyor ama yaşamak için yeterli mi derseniz bana göre yeterli değil.
Zaten ilgili kurumlarda bilişim sistemleri kullanılarak tek tuş ile biz yabancı bireylerin aileden bir ferdin bilgisine ulaşıldığında diğer bireylerin de bütün kişisel bilgileri, ülkeye giriş-çıkış bilgileri sayfa sayfa geliyor.
Böylece bireylerin belge temin edebilmeleri de kolaylaştı.
Bu kadar dijitalleşen dünya işimizi kolaylaştırırken çalışan insanların sayılarının azalması düşündürücü.
Bu çalışmaların mutfağında aslında kalabalık beyin gücü çalışmaktadır.
Marketlerde bölümlerin sorumlu görevlilerine dikkat ediyorum oldukça yaşlı insanlar.
Bu demektir ki verilen maaş yaşam için çok da yeterli değil.
Özellikle sağlık sigorta ve hastane masrafları aşırı yüksek olduğu için çalışmak zorunda kalıyorlar.
Kimine göre bu ülkede yaşamak çok kolay, kimine göre zor.
Bu ülkede insanlar karakter olarak son derece kibar insanlar.
Birbirlerinin haklarına son derece duyarlılar.
Fakat komşuluk bağları bizimle kıyaslanmayacak kadar zayıf, bireysel yaşamın kabullenildiği yapıya sahipler.
Evlerin yerleşkesi yatay yapıdır. Ancak geliri düşük olanlar çoğunlukla apartmanlarda yaşarlar.
Evler müstakil, ön ve arkada bahçeleri var.
Bazı eyalette ev sahibinin kendi evinin arka bahçesine ağaç dikebilmesi için ilgili yere yazılı başvuru yapıp izin alması gerekiyor.
Evin önündeki bahçeye de ağaç dikilemiyor.
Bize ne kadar garip geliyor değil mi?
Bizde bazen ağaç komşumuz ile aradaki bahçe duvarının dibine dikilir.
Ağacın kökü kendi bahçemizde dalları komşumuzun bahçesinde olabiliyor.
Elbette bu durum da hoş bir durum değil.
Yan yana komşu bahçeleri arasında evin giriş tarafında bahçe duvarların ayıran bir çit, duvar görmek mümkün değil, herkes kendi sınırını bilir.
Evin önündeki çimenin bakımı ihmal edilirse cezası var.
nedenle ki sokaklarda gözün alabildiği yere kadar sanki yeşil halı serili.
O temiz bahçelerde kapıların önünde mutlaka bir masa ve koltuklar vardır.
Çok da şık oturma planı oluştururlar.
Ama o koltuklarda oturan tek kişiyi de göremedim.
Bireysel yaşamın hakim olduğu kültürleri var.
Hemen ülkem aklıma gelir böyle bir yerde yaşasak o bahçelerde bitmeyen çay, kahve muhabbetleri devam eder.
İşte özlenilen veya alışık olduğumuz tablo bu.
Paylaşımı seviyoruz.
Her ne kadar komşuluk, arkadaşlık anlamında sınırları keskin ve bizim kültürümüze uygun değil diye düşünürken de gözlerim doluyor.
Bu ülkede göz temasının olduğu her ortamda mutlaka selam verilir, tebessüm edilir.
Sanki bizim halen eski alışkanlıklarımız mı kaldı diye düşünüyorum.
Nedir? diye sorarsanız. Selamlaşma hem dinimizde hem de kültürümüzde var olan bir güzellik iken artık ülkemizde de bazen selam veren olmuyor, selam da verilse selamı alan olmuyor. Bu durum gerçekten canımı yakıyor.
Dışarıdan canım ülkeme baktığımda ülkemizde insanların çoğu diyecem o kadar mutsuz ki her an kavga etmeye hazırlar, çok küçük nedenlerden dolayı kavga ile kalmayıp darp ederek ölümlere kadar neden olabiliyorlar.
Ne diyeyim balık baştan kokar misali ya.
Sabah uyanır uyanmaz Türk Tv kanalları arasında bütün gün geziniyorum.
Üzülerek, utanarak hem de…
Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde özellikle siyaset dili çok çirkinleşti.
Lider konumundaki kişilerin harcadıkları çirkin sözcüklerde zaten kanımız kuruyor.
Çok rahat kullandıkları “Yalan söylüyorsun “ ifadesini kullandıklarında çok yadırgamıştım.
Bu ifade kullanan ve kullanılan kişinin itibarını sarsmaz mı?
O cümle meğer hafif kalmış.
Neler.. neler…
Ülkemizi, biz toplumu temsil eden temsilcilerimize sesleniyoruz.
Mutsuz edilen, gelecek kaygısı olan toplumu daha da mutsuz etmeyin.
Gel de çocukluğumdaki siyasilerin birbirleri ile olan saygı yüklü diyaloglarını özleme.
Hayatımda ilk defa demokratik ortamda bir seçim için endişe duyuyorum, kazasız belasız geçmesi için dua ediyorum.
Aynı bayrak altında ne zaman bu kadar ayrıştık?… ne için ayrıştık?
Bu kadar güzel ülkemde, misafir olduğumuz hayatımızı zehir edenlere yazık diyorum.
Ne diyelim seçilenler ve seçenler için hayırlı olan olur, ekranlarda gülen yüzlerini , muhabbetlerini görürüz umudu ile bekliyoruz.
Ferah günlere…..