Yeni Ufuk Gazetesi - Elazığ Haberleri - Haberler
2020-05-29 00:13:32

‘The Platform’ Filminin Ardından Nefsimizi Sorgularsak.

Metin Akgün

29 Mayıs 2020, 00:13

Çin'in Vuhan kentinde başlayan ve dünyaya yayılan Kovid-19 salgınının küresel tehdit derinliği farkındalığı ile DSÖ tarafından Pandemi ilan edilmesi, ülkemizde de 11 Mart 2020 tarihinde görülmesi, ilk ölüm hadisesinin sonrasında Koronavirüs Bilim Kurulu önerilerine dayalı ciddi öngörülerle bir dizi önlemler almıştı.

Bu önlemler kapsamında değerler sorgulanmış, inançlar temelde değişime alışmaya başlamış, yeni değerler edinmeye başladık.

“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemiyle toplumsal değişim süreci, değerlerimiz ekseninde de hız kazandı.

Camilerin kapandığı, namazların evlerde kılınmasının önerildiği, Musâfahanın temas sakıncaları nedeniyle yapılmaması gerektiği, umrenin yasaklandığı, yarına dönük “Hac” mevsiminde de Kabe’in açılıp açılmayacağının şüphelerle bakıldığı bir süreçte evlere kapanan insanların evde hayatı var kılma ekseninde okuma-yazma etkinliğinden çok, TV/Filim izlemeye kaydığına da tanık olduk…

Bu yönelim etkisinde tavsiyeler ile “izle hak vereceksin” denilerek önerilen, kızının da beden dilinde “bence de” diyen, onaylayan tavrı ile son günlerin popüler kanalı olan “NETFLİX” kanalında “The Platform” ya da orijinal ismiyle “El Hoyo” filmini sanal ortam eleştirileri ışığında izledim…

Amacım, bir filmin, bir kanalın reklamını yapmak değil…

Toplumsal yapımıza dönük gösteri sanatlarının bakış açısında bir tespit, bu tespitten hareketle nefsimize bir ders çıkarmadır…

Öyle bir çıkarım ki; “Bizi Biz Kılan” milli ve manevi değerlerimizdeki erozyonun topluma olan maliyetini fark etmekti…

“The Platform” ya da orijinal ismiyle “El Hoyo” filmi; Filme ismini veren platform, dikey biçimde inşa edilen, her katında iki mahkûmun yer aldığı ve ortasında kare şeklinde bir boşluğun, dikey hareketli bir masa marifetiyle bir hapishanedeki yemek servisi için kullanılmakta...

Mahkumlara yemek servisi amaçlı kullanılan bu platform, sıfır noktasında, yani en üst katta en lüks, en şatafatlı yemeklerle doldurulan bir davet masası olarak yola çıkıyor…

Ancak yüzlerce kattan oluşan hapishaneyi dolaşırken her katta iki dakika boyunca duran ve kısa sürede iki mahkumun karnını doyurması beklenen “platform” en dibe inene kadar mahkûmlarca talan edilmesi, (hapishane ekseninde, toplumsal sorunların irdelenmesi) süreci başlıyordu…

Dikey hareketli yemek masası olan Platformun mahkumların karnını doyurması sürecinde oyunun yaşanan kuralı çok basit…

En üst kattakiler en iyi beslenenler oluyor, alttakilere onların artıkları kalıyor.

Hapishane yöneticilerinin hazırladığı yemek masası “PLATFORM” sıfırıncı katta en mahir aşçılar tarafından hazırlanan ve herkese yetecek kadar yemeğin olduğu mükemmel bir masa hazırlanmasıyla başlıyor...

En alt kata gelene kadar yemeğin yetmemesinin sebebinin ise mahkûmların aç gözlülüğü ve ihtiyacı olandan fazlasını yemeleri olduğuna dikkat çekiliyor.

Mahkûmların hücreleriyse rastgele bir şekilde aylık periyotlarda değiştiriliyor.

En alt katta en mağdur olmayı yaşayan mahkûmun da en üst kata çıktığındaki davranışları tartışma zeminine oturtulmak isteniyor…

Filmden satırbaşları alarak not düşersek; Hapishanede gözlerini açan Goreng adlı bir karakterle tanışıyoruz…

Goreng’in bu hapishaneye geliş sebebinin işlediği bir suç mu, kendi tercihimi mi olduğunu bir süre anlaşılamıyor...

Goreng hapishaneyi altı ay boyunca Don Kişot okuyup zihnini dinlendirebileceği bir yer olarak görüyor…

(Bu hapishaneyi bir kendini iyileştirme yeri olarak gören de çok.) Lakin kendisinden epeyce yaşlı ve tecrübeli hücre arkadaşı, kazara bir göçmeni öldürdüğü için hapse atılan Trimagasi sayesinde bu hapishanede işlerin çok garip işlediğini öğrenir.

Film ilerledikçe Goreng başlardaki saf halini ve masumiyetini yitirir. Kendisini, yemek bulamadığı için birbirini yiyen mahkûmlarla kıyasıya mücadele ettiği, aklın sınırlarını zorlayan, böylesi bir durumun içindeyken bile ırkçılık, aç gözlülük, bencillik gibi insana özgü akıl hastalıklarının yol açtığı kan revan, pislik içinde bir kâbusun içinde buluşu ile devam eder…

Filmin düşünsel olarak, vurguladığı en önemli hususun; “bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin yine başka bir insan olduğu” yönüne dikkat çekişi olduğunu; “The Platform” filminin, bireysel ve toplumsal bazda durum tespitinden hareketle, dünyevi ve uhrevi bakış açılarında bireysel tartışmalara zemin olan, öz değerlendirme yapılması suretiyle “Düzelmek Senin Elinde” dercesine mesaj vermek amacı taşıdığını düşünüyorum...

Filmdeki dikey hapishaneyi ilahi bir sistem olarak düşünürsek; Yaratıcının kontrolünde hazırlanan, mükellef sonra, tüketmeleri için kullara sunulurken, kulların paylaşmayı bilmesi isteniyor, buna teşvik ediliyor, zaman zaman da uyarıcılarla ikaz ediliyor.

Fakat onların duymayan nefisleri, açgözlülükleri nedeniyle kendilerinden alttaki insanları asla düşünmemelerinden kaynaklanan israf ve süreci bozmaya, kirletmeye dönük hataları nedeniyle yaşanan kaosa, birbirlerine uyguladıkları zulme işaret etmekte…

Filmdeki dikey hapishaneyi “Dünya Düzeni” ekseninde düşünürsek; “0”. Katta, en yukarıda yemeği hazırlayan aşçı ve yardımcıları devletler olarak tasvir edildiği düşünülebilir.

Devletler, vatandaşları için, var olan imkanlarını kullanarak, en iyi en leziz yiyecekleri hazırlayıp halkına sunarken, herkesin sunulan imkanları, hizmetleri israf etmeden, ihtiyaçları kadarını kullanmaları beklenir.

Ancak, devletin sağladığı bu arzın kullanımında; en üst katta yer alan, (zenginler) tarafından bu yiyeceğin %80'i silip süpürülüyor.

Kendilerinden alttaki kesimi hiç düşünmeyen en üst kattakilerin (zenginler), birden kendilerinin de alt kesime düşeceğini bildikleri halde, yaşadıkları anın tadını çıkarmayı tercih etmeleri, israfın sınırsızlığı, bu halin yarattığı toplumsal kaosu dahi düşünmeyişleri, nefsin tatminindeki sınırsızlıkların, topluma olan zulüm derecesindeki ifratı düzeyine de dikkat çeker. (Filmdeki; Bıçaklı amcamızın alt kattakilerin yiyeceğine idrarını yapması gibi yoksulluktan zenginliğe yükselen biri hemen kendinden alttaki kesimi ezmeye başlaması gibi).

Günümüz dünyası ile çok tanıdık olduğunu düşündürüyor...

Filmde ilerleyen sahnelerde yaşanan süreçte; en üst katta yer alan, (zenginler) tarafından bu yiyeceğin %80'i silip süpürmeleri sonrası, en alttakilere sıyırılmış tabaklardan başka bir şey kalmaması, sürecin fasit dairesine de işaret etmekte…

Çünkü en alt kattaki kişiler, zengin olduklarında, en üst katlara çıktıklarında, dün yaşadıkları yokluğun hıncında, doymayan gözün, doymayan nefsin tatmini ekseninde, en alttakileri düşünmeyişleri, insanlık dışı her söz, söylem ve eylemin normalleştiği toplum yapımıza işaret etmekte…

Oysa; “Bizi Biz Kılan Değerlerimizin” ana ekseninde; toplumsal barış, huzur ve dengenin dünyevi ve uhrevi açıdan nirengi noktasında yer alan değerlerimizi hatırlamaktan geçtiğini düşündürdü.

Kur’an’da otuz âyette mârife olarak geçen, bunların yirmi yedisinde namazla birlikte zikredilen zekât; Mekke döneminde nâzil olan âyetlerde inanç, temel ahlâkî değerler ve müşriklere karşı bilinç inşası konuları ağırlıklı olsa da, kişinin sosyal sorumluluğu, çevresinde; yetim, yoksul ve ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlı olması gereği yönüyle değişik vesileyle işlenir (el-Kalem 68/24; el-Müddessir 74/42-44; ed-Duhâ 93/9-11; el-Mâûn 107/1-3).

Medine döneminde inen ayetlerde; iman, ibadet, ahlâk ve sosyoekonomik hayat arasındaki sıkı bağı ifade eden düzenlemeler le dikkat çeker.

Zekât birey-toplum münasebetinde, zengin-fakir ilişkilerinin merkezinde yer almaktadır. Zekat İslam’ın şartı, Müslümanlığımızın gereğidir.

Nisap miktarı üzerindeki geliride fakir olanın hakkıdır. Vergi zekattan sayılmaz. Vergi, devletin talebidir.

Zekat, Allah’ın talebidir.

Allah (c.c.) bizleri Ali İmran Suresi’nde Ali İmran Suresi 180.

Ayet-i Kerimesinde; “Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.” diyerek uyarır.

“Zekat”, sosyal huzur ve saadetin anahtarı olup, toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı kuvvetlendirir. Fakirin zengini kıskanmasını, kin ve düşmanlığı önler, “Zekat” sorumluluğumuzu; Pandemi şartlarında girdiğimiz “Üç Aylar”, devamında mübarek geceler, Ramazan-ı Şerifin maneviyatı, 1000 Aydan daha hayırlı Kadir gecesi ve “Dijital Çağın” ilk bayramı olan Ramazan-ı Şerif Bayramı manevi atmosferinde toplumsal denge ve huzur ve mesuliyetlerimiz dahilinde ne kadarını yaşayabildik?

Küresel eşkıyaların tuzak, tertip ve kurguları hedefinde, Türkiye ve Türk İslam aleminin bütününe yansıyan tehlikelere karşı, “Biz Bize Yeteriz” yol haritamızın topluma yansıyan boyutlarında karşı çıkışların, yapılan eleştirilerin ve toplumda da taraftar bulan, kabul gören derinliğinin, sosyolojik açıdan araştırmaya değer olduğunu düşünüyoruz.

Söz söylem ve eylemlerimizde slogandan kurtulup, eylemlerimizdeki samimiyetimizin, ecdadın dün yaşadıkları ekseninde tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Zekat müessesinin sağlıklı işletilmesi halinde, tarihte zekat verecek kimsenin kalmadığı/kalmayacağı hususunun da göz ardı edilmemesi gerektiği önemli değil mi? “The Platform” filmi birçok açıdan kaybettiğimiz değerlerimizi yeniden kazanmamızın mana derinliğine itti.

Bu kaostan çıkış için; yaşadığımız “RİYA” eksenli hayatımızdan kurtularak, ciddi bir öz değerlendirme yaparak, “Hesaba Çekilmeden Önce Nefislerimizi Hesaba Çekmemiz” gerektiği” hususunun önemini düşünüyorum.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.