Hamit, henüz altı yaşındayken babasını bir trafik kazasında kaybetmişti.

Annesi Kadriye Hanım, çok genç yaşta dul kalmasına rağmen, oğlunu üvey baba eline bırakmamak için evlenmemiş, etrafın 'evlen' baskılarına da kulak tıkamıştı.

Yıllarca oğluna hem annelik hem de babalık yapmıştı.

Hayattaki tek varlığı, eşinden kalan tek emaneti olan evladına, sıkı sıkıya sarılmış, onu okutarak cemiyette yararlı bir evlat olarak layıkıyla yetiştirmeye çalışmıştı.

Anne oğulun ilişkisi olabildiğince güçlüydü.

Komşuları bile kendi evlatlarına Hamit'i rol model olarak gösterir, anne oğul ilişkisini dost sohbetlerinde de sıklıkla dile getirirlerdi...

Hamit, bu fedakarlığı boșa çıkarmamış, üniversiteyi bitirip mühendis olmuş ve büyük bir firmada da ișe başlamıştı.

Çok geçmeden de helal süt emmiş bir hanımla hayatını birleștirmiști. İki kişilik bu mutlu aile, artık üç kişi olarak aynı evde hayatlarını huzurlu bir şekilde sürdürüyorlardı...

Hamit evleneli henüz bir yıl bile olmamıştı ki, Kadriye Hanım bir gece aniden fenalaştı.

Talihsiz kadını apar topar hastaneye kaldırdılar.

Tahliller, tetkikler derken, doktorlar; Kadriye Hanımın durumunun çok ciddi olduğunu, ancak birkaç ay yașayabileceğini açıklayınca, Hamit'in de dünyası alt üst oldu.

Delikanlı bu acı gerçeği kabullenmek istemedi.

Annesini şehir șehir, doktor doktor gezdirip şifa aradı.

Ancak tüm doktorlar yapılacak bir şeyin kalmadığını söyleyip, annesinin son günlerini mutlu bir şekilde geçirmesi için delikanlıya tavsiyelerde bulununca, Hamit'in her şeye rağmen içinde yeșertmeye çalıştığı umudu da yerle bir oldu.

Geceler boyu dualar etti: "Allah'ım elbette veren de sensin, alacak olan da...

Ne olur anama şifa nasip et.

Beni onsuz bırakma.

Ben onsuz yaşayamam, bu acıya dayanamam...

Benim ömrümden al ona ver, yalvarırım Rabbim, yeter ki, O yaşasın.

Ben buna dayanamam, bunu sen de biliyorsun.

Beni bu acıyla sınama..."

Neredeyse her akşam buna benzer dualar ediyordu gözyaşları içerisinde.

Bu durumdan eşi de bir süre sonra şikayet etmeye başladı...

"Lütfen kendine gel artık. Haftalardır, ne yiyorsun ne içiyorsun, ne de uyuyorsun...

Nereye kadar gidecek bu böyle...

Annen her şeyin farkında, haberin var mı?"

"Elimde değil Sevil.

Yapamıyorum.

Annemin benim için önemini biliyorsun.

Ben onsuz yaşayamam.

Beni biraz olsun anla lütfen."

"Acını anlıyorum ama...

Bak Hamit, neredeyse bir aydır benimle aynı yatakta bile uyumuyorsun.

Oysa daha bir yıl bile olmadı biz evleneli.

Ben yokmuşum gibi davranıyorsun.

Ben bu evde neyim, neciyim bilmiyorum..."

Hamit eşinin kendisini anlamaktan uzak olduğunu görüyordu.

Bu sebeple bu konuyu onunla daha fazla tartışmak istemedi...

Bir sabah annesinin son tahlil sonuçlarını hastaneye götürüp durumunda bir iyileşme olup olmadığını sordu doktorlara.

Umutsuz değildi ama aldığı olumsuz cevaplar, umutlarını da her seferinde darmadağın ediyordu.

Yine de sabrını, azmini ve ümidini arttırmaya çalışıyordu...

Doktorlar șașkındı.

Zira son tedavi sonuç vermiş ve kadının beynindeki tümörün yayılması durmuştu.

Hatta giderek küçülmeye başlamıştı.

"Bu gerçek manada bir mucize.

Bunca yıllık doktorum, bu evredeki bir hastada bu denli bir iyileşmeye bugüne kadar hiç tanık olmadım...

Sen ister buna maneviyat de, istersen duanın gücü...

Ama annen kurtulacak inşallah evlat." dedi doktor.

Aldığı bu cevap Hamit'in haftalardır süren kabuslarını bitirmiș, yüzünde kalıcı bir umudun yeșermesini sağlamıștı: "Rabbim çok büyüksün.

Sana sonsuz hamdusenalar olsun...

Sen bu günahkar kulunu da böylesi bir müjdeyle sevindirdin ya, artık ölsem de gam yemem.

Çok büyüksün, çoook!.."

Dedi ve kahkahalar eşliğinde kendini hastanenin dışına attı.

Hayat hiç bu kadar güzel görünmemiști gözüne.

Kuşlar, ağaçlar, insanlar, binalar sanki bu müjdeyi onunla paylaşıyor gibi dost göründü gözüne.

Ne yapacağını bilemiyordu.

Sevinçten çıldırabilirdi.

Yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle kendini kalabalığın içine attı.

Hem yürüyor, hem insanlara gülümsüyor, hem onlara selam veriyor, hem de belli belirsiz mutluluk sözcükleri dökülüyordu dudaklarından... Müjdeyi annesine, eşine yetiştirmek için adımlarını sıklaștırdı...

Bu güzel haberi telefonda vermek istemedi.

Vereceği müjdenin, annesinin ve eşinin yüzündeki yansımasını bizzat görmek istiyordu...

Otoparka geldi, arabasını çalıştırıp beklemeden eve doğru yola çıktı.

Aracın ön camlarını sonuna kadar indirdi, müziğin sesini de iyice açtı ve çalan müziğe kendince eşlik etmeye başladı.

Gaza yüklendikçe yüklendi.

Dalgalı uzun saçları ve kravatı bu müjdeye eşlik edercesine rüzgarda uçuşuyordu.

"Allah'ım, çok büyüksün, çok...

Hikmetinden asla sual olunmaz..." dedi bağırarak...

Ayağını gazdan hiç çekmedi. İbre üç haneli rakamlarda hızla ilerliyordu...

120... 130... 140... Derken delikanlı direksiyon hakimiyetini kaybedip, önündeki virajı alamadı.

Araç, kulakları yırtan fren sesiyle, taklalar atarak ağaçlık bir alana yuvarlandı...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol