“Sınanmadığın acı üzerine konuşmak her zaman kolaydır.” demişti Tarık Tufan.

Bu, geçerliliğini yitirmeyen bir cümledir. Annesini, babasını, evladını ya da herhangi bir yakınını kaybedenleri teselli etmek her zaman kolay gelir o acıyı tatmayanlara. Bir iki cümle kurulur teselli verme adına, sonra bir fatiha okunur kutsal bir görev olarak ve daha sonra o kapıdan çıkıp gidince içinde olduğunu düşünceleri sırtına yüklenerek yaşamına devam ediverir yalan dünyada. Yani aklının kıyısında köşesinde kırıntıları kalan o fânilik düşüncesi kısa bir süre hatrına gelip tekrar köşesine çekilir.

Hangi coğrafyada olursa olsun, zengin veya fakir, fark etmez. Bir çocuğun bu dünyadan meleğe dönüşüp göç etmesi kalp taşıyan her insanı etkiler. Kimi bir kaza kurşunuyla, kimi yanında patlayan bir bombayla, kimi açlıkla, kimi tedavisi olmayan bir hastalıkla takı verir kanatlarını ve göğe doğru yükselir. Onlar acı çekmez, birer melektirler aslında...

 Zaten peygambere komşudurlar...

Asıl acıyı geride kalanlar yaşar. 

Evladını kaybedenlerin bir sıfatı yoktur lügatta. Çünkü acıların en büyüğü kabul edilir ki peygamber efendimiz (s.a.v) bu acıyla birkaç kez sınanmıştır. O acının ardından dökülen her damla yürekteki korları söndürmeye çalışır ancak nafiledir. Acıyı kimse göremez içinde taşıyanların dışında.

İşte bu acıyı yaşanlardan biri de eski manken Ebru Şallı ve onun zengin olan eski kocası Harun Tan. İnsanların popüler olması veya zengin olması böyle acıları yaşamaz anlamına gelmez elbette ancak işin acı yönü ise bu acıdan nemalanmaya çalışanlardır. Bir annenin acısını ve evladının ardından döktüğü gözyaşlarını gazete sayfalarına taşımak ne kadar doğru olabilir ki? Bunu geçek bir haberci anlayışıyla yapanlar elbette bir sözümüz yok ancak sırf kendi gazete veya dergisinin reklamı ve tirajı fazla olsun diye çabalayan ve buna da basın özgürlüğü diye bir kılıf bulanlaradır sözümüz.

Bir yavrunun kefenlenmiş küçücük bedenini nasıl olur da bir malzemeye çevirip kirletebilirsiniz?

Habercilik bu olmasa gerek...

Yıllarca Afrika’ya gidip de orada açlıktan, hastalıktan ölen insanların ve özellikle de çocukların görüntülerini fotoğraflayan ve bunların da sergisini açıp yüksek fiyata satan batının o medeni(!) gazetecilerinden ne farkınız kalır ki bu hareketinizden sonra?

Öyle bir hâl aldı ki bu tür basın özgürlüğü gibi sözler, kimse artık acısını bile yaşayamaz oldu. Bu tür olaylar kısa bir şekilde ve acılı ailenin fotoğrafları da yayımlanmadan da yapılabilir bence. Ama sadece habercilik anlayışı değil insanlık bile değişti. Kendi dışımızdakilerin acılarından medet ummaya başlar olduk. Acılar paylaşıldıkça onun verdiği acının yükü azalır ancak paylaşmak denilen şey de gazete veya dergi sayfalarında olmamalı onlar samimi bir şekilde yürekten olmalı. 

“İnsanın en acılı günün de bile peşini bırakmıyorsunuz. Mezarda annenin babanın yüzüne kamerayı dayatmaya çalışıyorsunuz. Tabuttan çıkarılıp mezara konulan bir bebeğin fotoğrafını çekip göstermenin kime ne faydası olabilir. Bir babanın, annenin, kardeşlerin gözyaşlarını çekmek... Kim buna dur diyecek? Olmaz olsun böyle basın özgürlüğü hatta yerin dibine girsin! Bence yaptığınız şeyden utanın çünkü leşe üşüşen leş kargalarısınız!” diye haklı isyanını ortaya koydu Harun Tan. Artık basın özgürlüğünün de sınırının neresi olduğunu öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorum!!!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol