Allah, insanoğluna bir felaket verdiği zaman mutlaka bir imtihana tabi tutuyor demektir.
O yüzden yaşanılan herhangi bir musibet anından ziyade ondan sonra başlayan süreç daha önemlidir.
İmtihanı başarıyla atlatan veya eline yüzüne bulaştıran riyakârlar o vakit ortaya çıkar.
Fazla uzak bir tarihe gitmeden yakın bir tarihte yaşanmış ve yaşanmaya devam eden olaylardan örnekler verebilmek mümkün bu konuda.
Elazığ’da 24 Ocak’ta bir deprem yaşandı, ki bunu bizler de yaşadık, herkes sokaklara döküldü bir panik havasıyla. Bazıları geceyi araçlarında geçirdi, bazıları daha güvenli adlettikleri köylerine gittiler, bazıları depremden etkilenmeyen akrabalarına sığındı, çalacak bir kapısı olmayanlar ise tehlikeli olsa da evlerinde kalmaya devam ettiler.
Ancak asıl mesele birkaç gün sonra ortaya çıkacaktı. Oturulamayacak kadar hasarlı olan evlerini boşaltmak zorunda kalanlara kucak açılacağı yerde birdenbire yükselen kira ve ev fiyatları, nakliye ücretleri insanı şaşkına çeviriyordu. Herkes elini taşın altına koyarken bazı fırsatçılar o elleri taşın altında ezmeye çalışıyordu. Bunu yaparken de utanma duygusu da taşımıyorlardı. Yani böylesi zor günlerde kimin dost kimin düşman olduğu ortaya çıkmış oluyordu. Sadece artan kiralar veya nakliyeler değildi bu durumu fırsara çevirmeye çalışanlar. Yıllar önce köylerini terk edip şehrin ihtişamına kapılıp oraya yerleşenler de köyde bakımsızlıktan yıkılan evlerin ve ahırların deprem sonucu yıkıldığını beyan edip başkalarının hakkı olan o yardımlardan ne koparabilirimin derdine düşmüştü. Yıkılan binaların enkazları altında kalanlar insanlığım vicdanıydı.
Daha bu depremin yaraları sarılmadan bu defa tüm dünyayı etkisi altına alna corona virüsü tehdidi ile karşı karşıya kaldık. Çok şükür ki devletimizin erkenden aldığı önlemler sonucunda çok da sıkıntı yaşamadan atlatabileceğiz. Ancak diğer bir mesele ise yine gözü paradan başka bir şey görmeyen fırsatçı grubuydu. Onların verdiği zararı atlatmak daha zordu sanki...
Virüsten daha hızlı yayılan “korku” ve “endişe” sonucunda bazı kesimler kendince önlemler alıp stok yapmaya başlayınca fırsatçıların ekmeğine yağ sürmüş oldular. Dezenfekte olmak ve mikroplardan korunmak için kolonya almak isteyenler bunların yanında kuru bakliyat da stoklamak isteyince 5-10 lira olan kolonyalar 50-100 liraya kadar çıktı. Makarna, bulgur vb bakliyat fiyatları da bir o kadar arttı. Yeşilçam filmlerinde izlediğimi karaborsacılık tekrar ortaya çıkmıştı özellikle bu zor zamanlarda çıkması insanı daha çok yıpratıyordu...
Yani koyun can derdine düşünce kasap da kendince hakkı olan etin derdine düştü. İşin enteresan yanı da bu tür insanların kalkıp kendilerini haklı çıkarmaya çalışması ve bunu yaparken de en ufak bir utanma emaresi göstermemesidir.
Bizler öyle bir geçmişse sahibiz ki çok çabuk unutuyoruz ve hatırlatmaya çalışanları da hemen susturuyoruz. Osmanlı döneminde bi esnaftan alışveriş yapılınca eğer alınacakları birden fazlaysa mutlaka alınacak diğer şeyleri de komşu esnaftan alınması söylenirdi.
“Ben siftah yaptım ama benim komşum hala bir satış yapamadı. Birkaç ihtiyacınızı da ondan alırsanız daha doğru olur.”gibi erdemli insanlar günümüzde maalesef çok çok az. Çünkü günümüzde böyle dendiği zaman etraftakiler ona “aptal” gözüyle bakarlar. Helal rızık peşinde koşmak ahmaklık kabul edilirken, helal olmayan yollardan kazanmak ise ticari zekanın ürünü olduğu söylenir. Böyle olunca toplum tarafından kabul görebilmek için birçok doğrudan vazgeçip en büyük yanlışları doğru kabul edip ona göre hareket etmek önem kazanmış oldu.
Öncelikle şunu unutmamalıyız. Düşmez kalkmaz bir Allah vardır. Bugünün yarını da vardır. Bugün zor durumdaki insanların üç beş kuruşuna göz dikenler muhakkak ona muhtaç duruma geleceklerdir ve iş işten çoktaaan geçmiş olacaktır. Bunu yapanlara da güya “müslümanız” ama yaptıklarına bakınca.... diye cümlelerle yaklaşırsak hata yaparız. Bu gözü dönmüşlüğün ve fırsatçılığın ne bir dini ne de bir memleketi vardır. Bu durumu kim fırsata çevirmeye kalkışırsa öncelikle insanlıktan nasibini almamıştır ki herhangi bir dinden nasiplenebilsin.