Sanayi Mahallesi’ndeki otobüs terminali ilk kez bu kadar hüzünlü duruyordu.
Arkasına bir kez baktı ve yirmi üç numaralı koltuğa oturdu.
Bilinmeyen bir atiye doğru yol aldı.
O yolculuk o gün bugün devam etti hiç bitmedi.
Oradan buraya savruldu durdu.
Üniversite bitmiş, askerlik 16 ay sürmüş ve yıl milenyum dediklerinden olmuştu.
Kaymakam olacak demişlerdi yakınları hep.
Ama onun aklında hep İstanbul vardı.
İstanbul olsun da bir parça ekmek her yerde bulunur derdi.
Kulak asmadı eşin dostun beklentilerine.
Her sabah saat sabahın yedisinde Mecidiköy’deki otobüs durağından Eminönü otobüsüne biner, sabahın o saatinde otobüsten dışarıdaki koşuşturan insanları seyrede seyrede Yenicamii’nin karşısında ki son durakta iner alt geçitten geçip Mısır Çarşısı’nın önünden Ankara Caddesi’ne doğru yürür ve yaklaşık on beş dakika sonra yayınevine gelmiş olurdu.
Tam iki yıl her gün o yokuşu çıktı indi.
O yokuşlu yolda hayatı her gün yeniden yazardı zihnine.
Daha cafcaflı deyimiyle bab-ı ali denen yokuşta ayakkabı ekşitemeye başlamasının onuruydu onunkisi.
Günün birinde Eminönü’nün Ankara Caddesi’nden, Ankara’nın o kasvetli, ruhsuz caddelerinde yaşamımı devam ettireceği aklının ucundan dahi geçmezdi.
Bu zaman zarfında çeşitli edebiyat, siyaset, sanat dergilerinde ve gazetelerde makale, deneme ve siyasi yazılar yazmıştı, nasıl kopacaktı o güzel dünyasından.
Tam tamına iki yıl süren o güzel rüyanın ardından, Ankara’da, siyasetin tam göbeğinde altı yılını harcayacaktı hiç istemeden.
Emekçi yanı ağır bastığından olsa gerek, araştırdı, yazdı, çizdi, politika üretti ve ilgililerine havale etti, ama siyasi bir figür olmadı hiç.
Onun tek merakı yazmaktı.
Hem o yıllarda ülke insanı bu kadar çok ayrışmamıştı.
Ne siyasi parti temsilcileri bu kadar çığırından çıkmıştı, ne de bürokrat denen kesim bu kadar vurdumduymazdı.
Şimdiki siyasi rant devşirme ve ikbal peşinde koşmaktan yorulanlar o yıllarda bu kadar fazla da değildi.
İsim yapma peşinde olmadı.
Herkes onu tanısın ona ilgi göstersin diye bir atraksiyona da girme tenezzülünde bulunmadı.
Onurlu bir yaşamı silik bir silüetle geçirmeyi yeğledi.
Çünkü kimseden alacak verecek davası da olmadı alengirli işlere de hiç girmedi.
Hiç kimseye eyvallah etmedi.
Bugün siyasi ikbal için bütün kutsallarını kenara itenleri gördükçe daha çok bilendi.
Ne dostunu zor gününde yalnız bıraktı ne onlara atılan çamurlara itimat etti.
Ülkesine, vatanına, bayrağına, milli ve manevi değerlerine ihanet edenlerin çoğaldığı bu günlerde daha çok sarıldı sevgili ülkesine.
Kendini gazeteci, yazar, aktivist diye lanse edip cambaza bak cambaza diyenlerle kavgası hep devam etti.
Kana kan dişe diş dedi ve çekti gitti..