Yapraklar düşer yavaş yavaş…
Kimi takvimden düşer günü gelince, kimi dalından düşer toprağa sararınca. Bugün de Yeşilçam’ın usta aktörü Cüneyt Arkın düşen yapraklardan biri oldu. Bu yapraklar toprağa düşse de aslında onu sevenlerin yüreğine düşen birer kor ateştir…
Ekranların henüz renklenmediği, televizyonun ise her evde olmadığı dönemlerde sinemanın insanı büyülü dünyasına çektiği beyaz perdesinde tanınmaya başladı. Aşk filmlerinde güzel kızların rüyasını süsleyen karizmatik biriyken tarihi filmlerde ise düşmanın korkulu rüyası olan tarihi bir kahraman olarak çıkıverdi izleyenlerin karşısına.
Başrol oyuncusu olan ve hayat verdiği her karakteri hafızalara kazıyan bir oyunculuğu vardı. Oynadığı filmlerin adını bu kısa köşe yazısına sığdırmaya çalışmak yetersiz kalır. Canlandırdığı karakterlerin yerine her izleyen kendini koymuştur mutlaka. Mücadele ederken haksızlık karşısında onun gibi mücadele vermiştir.
Seven onun gibi sevdasına sahip çıkıp onun gibi sevgiliye bakmaya çalışmıştır. Kavga ve dövüşlerde onun gibi sallamıştır yumruğunu…
Bir bir giden o eski aktörlerden geriye kalanlardandı o…
Bir ödül töreninde kendisine verilen yaşam boyu ödülü için yaptığu konuşmada ahde vefayı da ortaya koymuştur, alçak gönüllülüğü de.
“İzlediğiniz filmler ben olmasam da çekilirdi ancak her filmde dövdüğüm adamlar var ya onlar olmadan film çekilemezdi. Her filmde onlar aranırdı. İşte gerçek karakterler ve oyuncular onlardır aslında.”
Bu sözleri çok güzel ve gönle dokunur cinsten çünkü her başarının aslında bir ekip işini gerektirdiğini ifade ediyor. Bizler pazılın öne çıkan parçası olsak da eksik olan parça hangisi olursa olsun o tablo eksik kalacaktır. O ve diğerleri tabloyu tamamladı ancak birer birer çekip gittiler vakti gelince. Gitseler de her gidenin bir adı kaldı o beyaz perdede.
Büyüklerimden hep şu sözleri duymuştum onun fimlerini izlediklerinde….
Eğer haksızlığa, zulme uğramış biri varsa şunu söylerlerdi,
“Şimdi Cüneyt Arkın gelip size gününüzü gösterecek.”
Yine dayak yine biri varsa ve onun imdadına Cüneyt Arkın yetiştiğinde o kötü karaktere salladığı her yumrukta hepsi birlikte aynı yumruğu sallarlardı…
Yani sadece izlemeyip onunla beraber o sahneyi yaşarlardı…
Şimdiki film yıldızlarına ulaşmak gökteki yıldızlara ulaşmak kadar zor ancak o dönemdeki oyuncular fimleri halkla iç içe izlerlerdi çünkü onlar nereden geldiklerini bilirlerdi. O yüzden halka hep saygılı davranırlar ve harketleriyle de gençlere örnek olmaya çalışırlardı.
Gerçek mesleği doktorluktu ama o sinemaya tutkuluydu. Yüzlerce filmde oynadı, yüzlerde karaktere hayat verdi. Kimi zaman fedakar baba, kimi zaman uçarı bir genç, kimi zaman kötülerin korkulu rüyası bir kabadayı, kimi zaman bir öğretmen, kimi zaman bir doktor, kimiz zaman fedakar bir evlat, kimi zaman bir fedai… Daha niceleri…
Bu tarz oyuncuları böyle kısa bir yazıya sığdırmak çok zor. Onlar zaten herkesin gönlünde taht kurmuş insanlar. Herkesin anılarını biriktirdiği köşede kısa da olsa mutlaka kendine yer bulmuştur.
“Toprak, bana ölünce altına girmek için gerekli üstünde yaşamak için değil.” dediği sahneki gibi sonunda üstünde yaşamaya çalıştığı toprağı üzerine bir örtü olarak serip sonsuzluğa doğru yol aldı…
Yeşilçam denen o takvimden bir sayfa daha kopup gitti. Kopan bu sayfalar anıları da alıp götürmekte azar azar. Ne yaparsak yapalım hepimizin gideceği yer de orası zaten ancak güzel bir ad bırakabilirsek hafızalarda kalabiliriz. Son olarak da Cüneyt Arkın’ın sözüyle bitirelim,
“Son sözü daima alınyazısı söyler.”