Yaklaşık bir yıldan beri Amerika’da yaşıyorum. Ancak ülkemden fiziken uzak olsam da ruhen ne ülkemden ne de çok sevdiğim Elazığ’ımızdan uzağım.
Çocukluğumun geçtiği güzel memleketimde her yaştaki, her anımı gün geçtikçe uzaklarda daha çok özlüyorum ve daha fazla da değerli oluyor. Bazen dalıyorum bir film izlercesine hafızamda anılar canlanıyor. Anılarımı bazen hüzün dolu yürekle, bazen ıslak gözler ile, bazen o anın heyecanı ile, bazen mutluluk ile, bazen hasret dolu yürek ile uzaklarda daha derin tekrar yaşıyorum.
Bu zamana kadar olan yaşantı film makaramı sarıp, filmin başına gittiğimde anılarım çocukluğum ile başlıyor canlanmaya. Evin ilk çocuğu ve ailenin ilk torunu olmanın avantajlarına fazlasıyla sahip olmama rağmen; şehrimizde birçok imkânın olmadığı yıllarda çocukluk yıllarımız geçti. Rahmetli babacığımın bana ve kardeşime oyuncak almak için bizi Gaziantep’e götürdüğünü çok iyi hatırlıyorum. O yıllarda hiç kimsede görmediğimiz saçlı, birkaç elbisesi olan, ağlayan, gülen, uyuyan oyuncak bebeğimi, pil ile çalışan oyuncaklarımı nasıl unuturum! O kadar özellikli oyuncak dahi ayrıcalıklı olmama yetmişti. Büyük aile içerisinde sevilmek ve ilgi beni oldukça mutlu ediyordu.
O yıllarda ilkokula başlayan öğrencilerden 1. Dönem okuma-yazmayı çözenlerin sayıları azdı. Bence nedeni çocukların ön hazırlık olmadan okula başlamaları veya uygulanan metot olabilirdi. Babamın görevi gereği ilkokula Adıyaman’da başladığımda babamın beni hazırlıklı göndermesinin faydasını görmüş ve ilk bir ay içerisinde okumayı 1. Sınıflarda ilk başaran kişi olmuştum. Resmi bayramlarda ve özel günlerde bana belediye binasındaki hoparlörden şiir veya günün anlam ve önemini anlatan yazılar okuturlardı. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramlarında mutlaka izci olurdum. 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik Bayramlarında özel kıyafet giydirilip prenses rolü verilirdi. Babamın kolunda tedbiren aldığı benim hırkam ve benim fotoğrafımı çekmek için fotoğraf makinası, dün gibi gözümün önünde.
O yıllarda annelerimizin misafir kabul ettikleri kabul günleri vardı. Adıyaman’da zaman valisinin eşinin bir çeşit temizlik hastası olduğu söyleniyordu. Çocuktum ama hani Vali beyin hanımı olduğu için benim de merak konularımın arasına girmişti. Gittiği yerde mantosunu astırmaz yanına alırdı. Küçük çocuğu olanlar ile görüşmezdi. Bir gün annemin kabul gününe gelmişti. Üzerinde ince bir pardesü vardı. Onunla oturdu kenarlarını da toparladı. Hem Vali beyin hanımı hem de temizlik hastası diye duyduğum için olacak ki dikkat etmiştim. Bir süre sonra Hanımefendi konuta misafir davet etti. Davet edilen misafirler arasında annem de vardı. Hanımefendinin bu özel durumundan dolayı annem gidemedi. Ben 7 yaşındaydım evde tek başıma kalamazdım, beraber gitmemiz hiç söz konusu olamazdı. O zaman çok az evde bulunan yandan kolu olan çevirmeli siyah telefonumuz çaldı. Arayan Vali beyin eşiydi. Anneme neden gitmediğini sordu. Annem de beni evde yalnız bırakamayacağını söyleyince karşıdan gelen cevap “Biz Nurhayat’ı çocuk olarak görmüyoruz. Ben yarım saat sonra araç gönderiyorum, sarı kızımı da alın gelin” teklifi tabii beni mutlu etmişti. Gittik ve o zaman genç kızı olan Ayşegül abla bütün gün benimle ilgilenmişti. İşte çocukluk olacak ki çocuklar arasında ayrıcalıklı olmak beni galiba gururlandırmıştı!
Annem o yıllarda Havilland diye adlandırılan bir krem kullanırdı. Ben de ellerime sürmek için için istemiştim ama annem vermemişti. Babam eve akşam geldiğinde ondan istemiştim. O kremde eczanelerde satılırdı. Babam o akşam nöbetçi eczane bularak bana krem alıp gelmişti. Çok mutlu olmuştum. Bu defa da kremi ben annemden sakladım. Ama nereye? Evde yer yokmuş gibi çok az kullanılan misafir odasında halının altına sakladım. Tabii ki birimiz üzerine basmış olacağız ki tüpdeki krem patlamış, annemin çok sevdiği halının altı krem olmuştu. Bu defa da anacığımın söylenmesine maruz kalmıştım. Her çocuk gibi çok sevildim bununla birlikte aile içerisindeki kurallara da uymak zorundaydım.
Zaman tüneline girdim şu an bir anım yine canlandı. Babam için bütün dersler bir yana matematik tek başına bir yanaydı. Karnelerimizde ilk baktığı notumuz matematik notu olurdu ki beni bu konuda yönlendirmişti. Yine ilkokulda bana mutlaka ek kitaplar alırdı. Aldığı kitaptaki bilgilerden de faydalanmamı sağlardı. Dönem arası Şubat tatilinde bana akşamdan çözmem gereken problemleri ödev olarak verir, ertesi gün öğle yemeğine eve geldiğinde çözümleri kontrol ederdi. Yani öyle geç saatlere kadar uyuyamazdım. Yine bir öğle vakti babam divanda oturuyordu, ben de aynı divandaydım zaten minyon yapım vardı. Namaz kılar pozisyonunda oturuyor ve çözümlerimi anlatıyordum. Aramızda da dört işlemli problemlerin çözümünü yaptığım defterim vardı. Babam sert bir ses tonuyla soruyordu ”neden toplama işlemi yaptın? Neden çarpma işlemi yaptın,….?” Gibi matematiğin olmazsa olmazı neden, niçin sorularını arka arkaya sert şekilde sorunca ben çözümün yanlış olduğunu düşündüm ve korktum. Babam beni oturuş şeklimle paket gibi kaldırdı ve tekrar divana attı. Sonra daireye gitti. Babamdan gelen böyle bir sert hareket ile ilk ve son defa karşılaşmıştım. Çok etkilendim bitmeyen hıçkırıklara boğuldum. Lojmanda oturuyorduk. Benim öğretmenim de bitişik lojmandaydı ikiz yapısı vardı binaların. Annem benim katıla katıla ağlamamdan etkilenmiş olacak ki balkondan öğretmenime seslendi. Konuyu kısmen anlattı. Gülseren öğretmenim hemen bize geldi. Defterime baktı doğru çözmüştüm. O da babamın neden öyle yaptığını anlamamıştı. Babam eve gelinceye kadar öğretmenim bizde oturdu, beni sakinleştirdiler. Babam eve gelince “İsmail Bey kızımı neden ağlattın, çözümleri doğru” diyen öğretmenime babamın cevabı şöyle oldu. “Gülseren hanım kızımın doğru çözdüğünü biliyorum. Ancak neden toplama, bölme, çarpma işlemi yaptın diye sorduğumda ürkek cevap verdi. Kendisinden emin cevap vermesini bekliyorum” dedi. Evdekiler başladılar gülüşmeye. Bu ses tonuyla, vurguyla bize sorsan bizde ürkek oluruz dediler. Babamdan yediğim ilk ve son sert davranış mı desem dayak mı desem bana çok şey öğretti. Her ne olursa olsun doğru yaptığından emin olduğun konuda dik durmayı onu sahiplenmeyi öğretti.
O zamanlar var olan imkânların en iyilerine sahip olmuş bile olsak, şimdi çocuklara anlattığımızda çok ilkel yaşadığımızı düşünüyorlar. Oysa o yaşam biçimimizin bize kattıklarının meyvelerini yiyoruz
Elazığ’da çocukluk, eskiden sokak oyunları, doğal alanlarda geçirilen zaman ve komşu çocuklarıyla yapılan aktivitelerle doluydu. Çocuklar, mahallelerinde özgürce dolaşır, ağaçlarda oynar ve bahçelerde vakit geçirirdi. Aile yapısı daha genişti; büyükler, çocukların eğitimine ve gelişimine aktif katılırlardı.
Bugün ise çocukluk, teknoloji ile şekilleniyor. Çocuklar, tablet ve telefonlarla daha fazla vakit geçiriyor. Spor salonları ve kurslar gibi etkinlikler artmış olsa da, sokak oyunları azalmış durumda. Bu durum, sosyal etkileşimlerin kısıtlanmasına ve çocukların doğayla olan bağlarının zayıflamasına neden oluyor.