Yolcu olduğun bu dünyada han kurup oturma. Sen de yolcusun han da. Geçmeyecek olan ne, sonu olmayan? Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya asılmak da ne, kiracı değil miyiz hepimiz?  “İki kapılı han” da ebediyen kalacak olan var mı, paylaşamadığımız ne, tapusu bizde olmayan bir arsada neyi üleştiremiyoruz?

Acı da geçer, sevinç de; gençlik de gider yaşlılık da; bahar da biter, yaz da; gece de yiter gündüz de. Derdin ne ey insan, ey aciz mahlûkat sorunun ne? Çivi çakanı gördünüz mü bu dünyaya, zamkla tutulanı, demir atanı? Ahirde tabutla gideni tanırsınız, eli boş gideni…

“İbretiâlem olsun diye tabutumda bir elimi açık bırakın ki insanlar görsün koca Süleyman bile öteye eli boş gidiyor.” diyen Kanuni hani? Kefeni emanet olanı, eti kemiği çürüyeni… Yok bu kralmış, bu padişahmış, bu bilmem falanmış, filanmış. Hatırlayan var mı gidenleri, neyin davasını güder insan? Sağ kurtulan var mı hayattan Âdem’den bu yana? Yok ben ölmeyeyim diyen, daha vakit var ama! Ev alacağım, araba… Şu makama geleceğim, şuraya gideceğim. Mecburi istikamet mezarlıktır, idrak eden var mı? Dünya senin olsa ne yazar, Karun’dan zengini mi vardı, Kanuni’den muhteşemi mi, peygamberden kıymetlisi mi, kalan var mı?

Neyzen ne de güzel ifade etmiş serencamını insanın:

"Istırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,

Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,

Gam karar eyleyemez hande-i hurrem de geçer,

Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,

Gece gündüz yok olur, an-ı dem âdem de geçer"

Bu da geçer, şu da geçer, o da geçer.

Dün de geçti, bugün de geçiyor, yarın da geçecek.

Açılan yaralar kabuk bağlayacak, dökülen dişler tekrar çıkacak, bükülen beller düzelecek.

Madem var olduk yok olmayı da öğreneceğiz, kabul eden var mı?

Geceler sabaha vasıl olacak, sabahlar da geceye…

Hiçbir şey sabit kalmaz; dertler de biter, hastalıklar da, salgınlar da afet de.

Her meşum gecenin illaki ardında saklıdır kutlu bir aydınlık.

Gök karardı mı yağmur gelir, yağmurdan sonra gökkuşağı, ondan sonra güllük gülistanlık.

Neden böyledir deme sakın hikmetinden sual olunmaz hakkın.

Hak neylerse hakkınca eyler.

İnsan zorda kaldı mı anlar bazı şeylerin kıymetini, yokluğa düşünce değerini bilir varlığın: bir parça ekmeğin, bir yudum suyun…

Afiyette olmanın ehemmiyetini hasta olunca idrak eder, özgürce gezmenin ederini karantinadayken fehmeder, ablukadayken anlar ablukada olanı ve bir nefesin önemini enkazdayken öğrenir.

Ey bütün dünya benim olsun diyen! Mezarlıklar senin gibilerle dolu, vazgeçilmez mi sandın kendini, ölmez mi?

Vaktin geldi mi ne bir dakika önce ne bir dakika sonra dağı bağlasan kendine duramazsın, kökünden sökülür gidersin.

Can kuşun uçar, bir ney gibi feryat figan içinde kalırsın.

İbret al; düşen yaprağa bak, kuruyan dala, çöle dönen toprağa…

Hangi şahın kafatasıdır mezarcının elinde sallanan?

Hani o şahan gözleri, o emreden dilleri, hükmeden beyinleri nerede şimdi?

Bir kuru kemik torbasıdır elde kalan o da zamanla un ufak olup rüzgârına önünde savrulup gidecek yitikler dünyasına.

Ey kendini beğenen insan!

Bir avuç topraksın, isyanın nefsine olsun.

Rabbine nisyan da olma, ziyan ve talan olup gidersin can gibi.

Duanı eksik etme dudağında, tefekkürünü zihninde taze kıl her daim, rabbe olan aşkını kalbinde diri tut.

Ne paradır sana şifa olan, ne makam, ne de şan şöhret.

Sadece bu dünyaya ait her şeyi terki terk et. Malulen emekli olma imandan, ayrılma düşsen de hak yolundan.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol