Her memleketin ismiyle adeta özdeşleşmiş ve tanınmış simaları vardır. Kimileri oradan çıkmış zengin birer işadamı olarak adını duyurmuştur, kimileri sportif ya da bilimsel anlamda ortaya koydukları başarılı sonuçlarla hatırlanır. Ancak şuan adını anacağım kişinin söylediğim alanlarla hiçbir ilgisi, başarısı olmamasına rağmen bir ilçenin en bilinen ve bir o kadar da sevilen simalarından biri olmuştur.
Asim abi, Alacakaya ilçemize yolu düşen herkesin zihninin bir köşesinde az veya çok muhakkak yer edinmiştir. Kıyıya köşeye not düştüğü bir anısı muhakkak vardır. Polis, öğretmen, doktor, memur veya herhangi bir meslek dalında ilçemizde görev alan insanlarla yıllar sonra bir yerde karşılaştığımız vakit bizim hâl ve hatırımızı sorduktan sonra bizlere sorduğu ikinci şey Asim abidir!.. Onun sohbetinin tadını almış ya da eşsiz gülüşüne tanıklık etmiştir…
Yaz sıcağında köyden ilçeye yürüyerek giderken sol cebinde muhakkak sigara paketi olan gömleğinin ilk iki düğmesi daima açık olurdu. Dişleri, içtiği sigaranın dumanının etkisiyle sararmıştı ve çoğu çürüktü. Kıraathanelerdeki okey masalarının birinde yancı olarak yer bulurdu kendine. Önündeki küçük masanın üzerindeki kül tablasında sigarı, elinde ise tavşankanı çayı olurdu. Bazen masada oturmamasına rağmen çayını alıp dolanırdı. Bir mesleği yoktu, sadece insanların bakkaldan aldıkları malzemeleri evlerine götürürdü onlar da onun cebine harçlığını koyardı. Her yaştan insanla sohbeti vardı. O derinden gelen ve incecik bir tiz sesiyle attığı kahkahası Alacakaya’nın sokaklarına dizili her taşın üzerine yankılanıyor hâlâ. Okuma yazması yoktu ve çoğu kez elimizde tuttuğumuz gazetenin spor sayfasını onun için sesli okurduk ve isteği üzerine bir de yorumlardık. Gazeteyi okuduktan sonra yanaktan makas alıp öyle kalkardı yanımızdan. Öğrenciyken yeğenim diye hitap ederdi bizlere, büyüyüp öğretmen olunca yeğenlikten hocalığa terfi ettik onun lügatında. Yaz tatilinde memlekete gidince hoş geldin merasimi bittikten sonra muhakkak gömleğinin cebindeki sigara paketinin yanına yenisi isterdi. Buna itiraz etmek bizim haddimize değildi!…
Ve bir gün ecelin bahanelerinden biri olan, hastalık denilen bu illet gelip onun zayıf ve güçsüz olan bedenini biraz daha da güçsüzleştirdi, gülüşü soldurdu. Bembeyaz duvarlarla örülü hastane odalarında geceden de kara günler başladı onun için. Gece ve gündüzün bir farkı kalmamıştı. Bedenini saran acılarla örülü gecelerde zaman ağır adımlar yürüyordu hastane koridorlarında. Zaten hastalar pek sevmez güneşin dağın ardına inzivaya çekilince sokaklarda kol gezen karanlıkları. Yıldızları erinmeden sayarlardı uykusuz kaldıkları acı dolu uzun gecelerde. Asim abi de öylesi geceleri yaşamıştı ve çoğumuzun bundan haberi dahi olmamıştır. “Asim hastalanmış.” dediklerinde insanların dilinden aynı üzüntü dolu cümlelerden başka bir şey çıkmadı. Herkes kendi hayatını yaşamaya devam ediyordu. Çünkü “İnsanların yokluğuna, varlığından daha çabuk alışılır.”
Bir nisan günü güneş her zamanki gibi doğarken gizlendiği dağların ardından Asim abi gözlerini yummuştu ay ile vedalaştığı gecenin sabahında. Türküde de söylendiği gibi, o uzun gecenin sabahı gelip çatmıştı. Hepimizin bir gün varacağı yolun sonuna vakti gelince kavuşmuştu, ebedi hayatına başlamıştı. Artık toprağın koynuna emanetti. O, üzerinde dolaşırken seni hiç incitmedi sen de onu incitme!
İsmin hep dillerde dolanmaya, gülüşün akıllar yankılanmaya devam edecek. Rabbim mekanını cennet eylesin Asim abi!