Depremden sonra yaklaşık bir ay geçti.

Deprem anını düşününce rüya gibi geçen saniyeler gözümün önünde canlanıyor.

Ama saniye değil, sanki dakikalarca sürdü.  

Çünkü korku dolu anlardı.

Sallantı anında giriş katı olan bir sosyal alandaydım.

Dış kapıya ancak 15-20 metre uzaklıkta iken yürüyemedik.

Bulunduğum yerde çökmüş, gelen felakete teslim olmuştum.

Öğrendim ki, anladım ki böyle şiddetli sarsıntıda önlem alacak bir ortam olamıyor.

Adım atılamadı.

Sanki kapalı alandaki insanların ayaklarının altındaki zemin, film simülasyonlarında olduğu gibi kayıyordu.

Ortamdaki her şey dönüyordu. Avizeler düşecek gibiydi. 

“Depreme hazırlıklı olalım ya da olun” denir.

Anladık ki o an bulunduğumuz yer kaderimiz.

Vatandaşın depreme hazırlıklı olması, ancak binaların deprem esaslarına uygun yapılması ve binaların sağlam zeminde olması ile sağlanabileceğini yaşayarak öğrendik. 

O şiddetli sarsıntıdan sonra başımızı kaldırdığımızda, Elazığ’da ev kaldı mı diye panikledik.  

İlk birkaç gün Mustafa Paşa Mahallesinde deprem anında çöken iki apartman ve Sürsürü mahallesinde yine çöken Dilek apartmanından yıkım altında kalıp da çıkarılacak insanlara odaklandık.

Çok ucuz atlattık diye sevindik.

Ama yara alan apartmanları bilmiyorduk.

Hasar tespitine başlanınca, birçok apartman sakininin evlerini can güvenliği nedeniyle boşaltmaları istendi.

Travma üzerine travma yaşanıyor.

Öyle ki; apartmanlarda oturanların evlerine girişleri can güvenlikleri nedeniyle güvenlik kuvvetleri tarafından engellendi.

Birkaç apartmanda aileler eşyalarını alamadılar.

Elbette ilk anda kendileri kurtuldu,“olan eşyaya olsun diyoruz.”

Ama bir ömür birikimlerini yaparak ev almıştır.

Ya içerisinde biriktirdiği anılar, belki gençliği geçti orada,  belki anne-baba olmayı orada yaşadı,  belki çocuğunu o evde büyüttü, belki çocuğunu o evde evlendirdi, belki o evde torun sahibi oldu.

Hayat bu yaşam sürecinde elbette tatlı anılar da vardır, sıkıntılı anılar da vardır.

Evlerimiz sırlarımızdır. Evlerimiz adeta kara kutularımızdır. İşte hayatımızdaki bu birikimler birkaç saniyelik sarsılma ile masallaştırıldı.

Havalar oldukça soğuk, çadırda yaşam her anlamda zor. Bu yaşam biçimine uyum sağlamaya çalışanlar sadece fiziksel anlamda ihtiyaçlarını kısmen karşılayabilirler. Ama psikolojik yıkım ne zaman nasıl onarılacak?   Yaralar sarılıyorama psikolojik durum için uzun süre lazım.

Düşündükçe; gözlerimden akan yaşa engel olamıyorum. Deprem yıktı, öldürdü, yaraladı, yetim bıraktı, sevenleri ayırdı, anıları gömdü, rüyaları söndürdü, hayalleri karanlığa gömdü. Bu olumsuzluklara ek olarak her geçen gün hissedilen ve hissedilecek olumsuzluklar ekleniyor.  Bugüne kadar bu şirin şehri geri dönmemek üzere terk edenlerin sayıları 14 -15 bin arası. Büyük rakam değil mi? Gün geçtikçe de sayının artması beklenebilir. 

Deprem huzuru vurdu, deprem esnafın işine engel oldu. Bu kadar göç veren şehirde ekonomi haliyle zayıflar, bu şehirde yerli olmayanlar gidiş için yollar arayacaklardır.  Fırat Üniversitesi gibi güzide bir üniversiteyi deprem nedeniyle belki tercih edecek öğrenci sayısında azalma olabilir. Öğrenciler bir şehrin bacasız fabrikasıdır. İşte böyle olursa yine ekonomiye balta vurulmuş olur. 

Sayın Valimizin ve Belediye Başkanımızın Elazığ’ı turizme açma çabaları bizi umutlandırmışken deprem bu heyecanımızı da vurdu. Turizme açılan kentin çadır kenti görünümünde olması, ziyaret edecekleri geri adım attıracak neden olabilir.

Ya çocuklarımız? Takdir ediyorum çeşitli kuruluşlar tarafından çocuklar için özel programlar hazırlanarak psikolojik destek verme çalışmaları yapılıyor. Çocuktur bir anda geriye attığını unutur, ortama uyum sağlar.  Fakat dönüşünde ev hayatını bulamayan çocuk yine hayallerine dalar.

Sınava girecek çocuklarımız bir aydır koptular zaten, ders çalışamıyorlar. Evlerini kayıp edenlerde, evlerinde oturanlarda aynı panik durumları var. Hatta biliyorum ki; evi yıkılmayan, ama depremi evinde yaşayan çocuk halen eve giremiyor. Bu günlerde dahi evine girerken titreyen çocuk nasıl ikna olur? Nasıl çalışabilir? Aile güç durumda, çocuğun psikolojik durumunu göz önüne alarak hareket etmek zorundadır.

Öyleçocuk var ki güçlü, korkuyu atlatmaya çalışıyor, ama çadırda ya da toplu yaşanılan yerde nasıl ders çalışacak?

Ailelerin ve çocuğun yıllardır sınav maratonu için verdikleri maddi-manevi emeği de deprem vurdu. Bir aydır moral bozukluğunun yanı sıra ders çalışamadılar. Aksayan eğitim için dönem aralarında verilen iki haftalık tatilin verilmeyeceği, bu aksayan eğitimi telafi eder mi? Bir eğitimci olarak kocaman HAYIR diyorum. Depremzede çocuklarımız sınavda nasıl yarışacaklar?  Sınava hazırlanan öğrenciler için 4 saatin önemi varken 4 hafta çalışamayan evlatlarımıza sınav anlamında yapılacak küçük bir pozitif ayrımcılık eminim ki birçok öğrenciyi motive edecektir.
Eğitim anlamında güzellik bekliyoruz.


Bizi bizden alan depremin son bulması dileğiyle tekrar geçmiş olsun Elazığ’ım…


 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol