Cehalet, bir toplumun en büyük düşmanıdır. Daha da kötüsü, kişinin cehaletinin farkına varamamasıdır.

Kendini akıllı sanma hastalığı kadar, bilmemenin getirdiği ezikliği kabullenip bu eksikliği gidermek yerine, elde ettiği bir avuç bilgiyle etrafa ahkam kesip, bilgiçlik taslayanlara sıklıkla rastlanılması gerçekten çok acı…

Çünkü cahil insan, kendine her zaman hayran olmaya hazırdır.

Montaigne: “En büyük cezaevi, cahil bir insanın kafasının içidir” der.

Şirazi de: “Cahil insan davul gibidir, sesi çok çıkar ama içi boştur” der, tabi anlayana…

Ülkemizdeki cehaletin durumuyla ilgili size birkaç çarpıcı örnek vereyim:

Mesela, Dünyada kitap okuma oranı %20-25 seviyelerinde seyrederken, bu oran ülkemizde ne yazık ki  %0.01 seviyelerinde...

Oysa televizyon izlenme oranı en fazla olan ülkelerden biri biziz.

Dünya ortalaması iki saat seviyelerindeyken, bu oran ülkemizde yer yer 5-6 saati geçiyor.

Peki, neler izleniyor diye baktığımızda, dehşete düşüren gerçeklerle karşılaşıyoruz:

Diziler, paparazzi ve evlilik programlarının başı çektiğini görüyoruz.

Haber programları ise listenin sonlarında yer alıyor.

Ülkede gazete okuyanların oranı ise umut kırıcı… %20’ yi bile bulmuyor.

Zaten gazetelerin günlük tirajları da bu veriyi doğruluyor…

Sevgili okuyucular, bu konuyla ilgili değerli dostum Sabahattin Karabulut’un bana gönderdiği bir metni sizinle paylaşmak isterim:

“Okumuyoruz hem de hiç okumuyoruz...

Önümüzdeki gazete ve dergileri, yıllardır raflarda dizili kitapları, ekrandaki iki paragraf metni, uyarı yazılarını, ilahi metinleri, ibretlik sözleri, eğitici cümleleri velhasıl hiçbir şeyi okumuyoruz. Hazıra alıştırmışız kendimizi, hazıra konmayı ve oturmayı seviyoruz. Bize ait olan, bizi temsil eden hiçbir şey yok.

En kötüsü de kaynağını bilmediğimiz başkalarının sözlerini, araştırma zahmetinde bulunmadan ağzı açık dinliyor ve paylaşıyoruz. Hal böyle olunca, yalanlara kanma algısı hep açık kalıyor.

Lastik gibi istendiği yere çekilebiliyor.

Bilgisiz bir toplum olduğumuz için de sorgulama yeteneğimiz gelişmeden ölüyor.

Ürkek ve korkak oluyoruz.

Çubuk sıkılıp mücadeleye daha başlamadan son veriyoruz.

Temellik ruhumuza işlenmiş.

Aksi olup, çabuk parlıyoruz.

Sıradan basit mevzuları tartışmayı seviyoruz.

Onu bile becerecek kapasiteden yoksun oluyoruz çoğu zaman.

Basit dedikodulara kulak kesilip, önemli bir şeymiş gibi anında meseleye dahil olmak istiyoruz hep.

Bunu yaparken de bir amaç ve sebep ayrımı gözetme gereği duymuyoruz. Oysa kapasite sınırlı, bilgi yok denecek kadar azdır ama ne önemi var…

Hayat için bir programımız yok. Doğaçlama ve ezbere yaşamayı seviyoruz ne de olsa...

Geçmişten ders alma gereği duymadığımız gibi, tekerrür eden oluşumları yineleme hastalığından da kendimizi kurtaramıyoruz.

Asıl olan ben’dir, gerisi önemsizdir çünkü...

O her saniyesi değerli ve ne zaman sona ereceği belli olmayan yaşamımızı bir hiç uğruna cahilce heba etmek gerçekten de çok acı…

Oysa her canlı gibi biz de sonsuz bir karanlıktan kısa ömürlü bir ışığa geldik.

Şimdi varız yaşıyoruz ama bir gün bu varoluş, yerini yokluğun karanlığına bırakacak.

Bu acı gerçeği akıllara getirme gereği duymadan ve hiç ölmeyecekmiş olgusuyla yaşamayı kendine değer biçmek…

Bu olguyla yaşamaya çalışmak, hiçbir şey üretmeden, okumadan, heybesine artıları doldurmadan yaşamak…”

Cehalet en tehlikeli hastalıktır. Kendinizi bu illetten kurtarın…

Kullandığımız cep telefonlarında dünyayı değiştirecek teknoloji yüklü ama bu nimetten kaçımız ne kadar yararlanabiliyoruz acaba?

Sosyal medya, sanal oyunlar ve +18 siteleri vazgeçilmezlerimizin başında geliyor…

Lütfen bi silkinip kendinize gelin…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol