Bu yazıyı okuyan herkesin “Cennet kokusu burnundan gitmesin.”
Güzel bir duayla başladık, içimizi ferahlatan bir dilekle.
Cennet kokusu, bütün rayihaların toplamıdır; ıtırdır, güldür, misktir, miskuamberdir. Ya cehennem kokusu gelseydi burnumuza, dayanabilir, sabredebilir miydik acaba?
Nereden geldi takıldı dilime, zihnimi ne zamandan beri meşgul etmeye başladı, beni ne zaman kendisine bağladı bilmiyorum ama bir canın ağzından dökülen bu dua beni kendisine meftun etti, maşuk ve rabteyledi.
Bir yanlışa düştüğünüz vakit dile gelen bu eşsiz dua sizi de sarıp sarmalayacaktır.“Cennet kokusu burnumdan gitmesin.” diye.
Yaşadığımız dünya o kadar pis ve iğrenç kokmaya başladı ki savaşlar, ölümler, cinayetler, zehirler, hırsızlıklar, yalanlar, zulümler sayfa sayfa; güzelliklerse harf harf…
Cehennemi hisler etrafta tur atmakta, şeytani arzular her nefiste bitivermektedir. Bakışlar kötü, lafızlar tehlikeli, ideolojiler zehirli…
Irki hasletler önplanda, rengi tavırlar ayan beyan ortada, kıtalara göre insanlar etiketlenmekte, gelişmişlik düzeyine göre insana kıymet verilmektedir.
Peki soruyorum size şimdi: “Cennet kokusunu nasıl duyacaksınız?” diye.
Cennet kokulu söz ve özümüz var.
Bir iyilik yaptın gelir de konar burnuna cennet kokusu seni rahatlatır, yanına yaklaşanı cezbeder.
Bir güzelliğe imza attın diyelim gelir de ikamet eder cennet kokusu tenine, seni sarıp sarmalar, etrafını ihata eder.