MGK Toplantısı çok uzun sürmüştü.
“Gerekirse silah bile kullanılabileceğinden” bahsediyordu, logosunda “Türkiye Türklerindir” yazan bir büyük gazete… Olsun, şubat ayı şehadet ayıydı. Şehid Metin Yüksel, “şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara” demiyor muydu?
“Şehidin mirası zaferdir” demişti Üstad Sezai Karakoç, Şehid Seyyid Kutup’u anlatırken…
Aynı bahçenin, farklı renkli gülleri olduğunu düşünüp zannettiklerimizin, İsrailli çocuklara acıdığını iddia ettiklerini görmüş, Filistinlilerle hiçbir bağı olmadığını geç de olsa öğrenmiş, “bu 28 şubat süreci hayırlı oldu” dediklerine / diyebildiklerine şahit olmuştuk.
Bu postmodern sürecin de, Sincan’da sokaklarda tankların yürütülmesinin sebebi aynı yerdeki “Kudüs Gecesi”ydi. Tıpkı 12 Eylül’ün bahanelerinden birinin “Kudüs Mitingi” olması gibi…
Birilerinin terör devleti için “güneydeki sevdiğim ülke” demesinin boşuna olmadığı anlaşılmış oluyordu, böylece…
İmam hatipler kapatılmış, bunların “paralel” okulları almış yürümüştü.
Bu postmodern darbe öncesinde de “beceremediniz, artık bırakın” demişler, darbenin mimarlarına iyi niyet mektupları yazmışlar ve “okullarımızı size verelim” tekliflerinde bulunmuşlardı.
Kan kusup, “kızılcık şerbeti içtim” diyen Merhum N. Erbakan Hoca’ya “malum adam” diyenler, aynı malum çevrelerdi.
Bu darbeden yaklaşık 20 yıl sonra, “dostmodern darbe” olarak da nitelenen, 15 Temmuz ihanet ve işgal girişimine kalkışmışlardı, aynı malum çevreler…
Başörtüsü yasağı vardı, kamusal(!) alanlarda. Müslüman bayanlara Allah’ın emri olan tesettür, “füruattı, teferrüattı” aynı çevrelere göre…
Her şeye ve herkese “provokasyon” diyenler, şecaat arzediyor, provokasyonun alasını yapıyor, banka ve gazetelerinin önünde bilumum eylemlere girişiyorlardı.
Laikçi çevrelerin ise adına “türban” dedikleri, “uyuz oluyoruz, görünce” dedikleri, başörtüsüydü tüm “kamusal alan”larda yasaklanan.
Serbest olup normalleşebilmek için, onlarca yılın geçmesi gerekiyormuş demek ki.
Öğrenciliğimizde “tekbir” denince, “Allah-u Ekber” dememiz gerektiğini fıkıh kitaplarından öğrendiğimizde, “en büyük sloganımız”dı. İçeriği boşaltılmamış/ boşaltılamamış kavramlarımızın içi - içeriği dopdoluydu.
Şimdilerdeyse içi boşaltılmak isteniyor, gibi… Başörtülü dekolteler, moda ve defileler gibi…
Çalınan hayallerimizin yerinde, yeller mi esiyor ne?
Çalınan yıllarımızı, kaybettiğimiz kampüslerde…
Bizim meydan mitinglerine, eylemlere koştuğumuz yerde… Üniversitelerde…
O günlerde bayan arkadaşlarımız “başörtülü” bir şekilde, okumak için bedel öderken, o yıllarda doğmuş, şimdiki “türbanlılarımız” sevgililerinin sırtında aynı yerde pop -üler kültürün- konserlerine koşuyorlar, “boz”ulmuş bir şekilde, - yoz mu deseydik- şimdilerde…
“Her hangi bir koltuğun hayalini kuranlar” istenmemesi gereken görevi “asr-ı saadete” hasredince, işler de ehline verilmemiş oluyordu…
“Her eylem yeniden diriltirdi” beni, bizi ve hepimizi… “Doğ ey güneş…” kısmına geçememiş / geçmek istemiyor gibiydik. Biz neyi, nasıl protesto edeceğimizi biliyorduk, meydanlarında şehrimizin, ülkemizin… “Herkes kadar, buralı ve ağır sevdalı” bir şekilde…
“Saf çocuğuyduk, masum Anadolu’nun… Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olan…
Üniversite öğrencisiydik. “Anlı şanlı” hocalarımız, derslerden başörtülüleri atmanın, biz ise özgürlüğün kavgasının peşindeydik.
Nereden nerelere geldik? Tahmin bile edemediğimiz yerlere…
Şimdilerde gençlerimize bunu anlatamıyoruz, galiba. Ütopya, yada hayal zannediyorlar, “Endülüs”e çevrilmek istendiğimizi ve bunun hep isteneceğini…
Merhum Erbakan’a “siz İstanbul’u Bizans alır, Pontus alır gibi evhamlar üretiyorsunuz. Halbuki 5 asırdır İstanbul’da ezanlar okunuyor” dediklerinde “o ezanlar Endülüs’de 8 asır okunmuştu, nerde şimdi? Bu dünyada gitmez bir şey yoktur. Böyle bakarsanız İstanbul da gider birgün” demişti.
O günlerin kudretli bir paşasının, bu süreç için “gerekirse 1000 yıl sürer” demesini, şehid kanıyla sulanmış bu mübarek toprakların 1000 yıldır İslam Toprağı olmasından kinaye olmasını da bilmiş oluyorduk.
Rabb’imiz tüm coğrafyamızın kıyamete kadar “İslam Toprağı” şiarını korumasını nasip etsin İnşallah.
“Size hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murad etmiş olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
“Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.”
Selam, hürmet ve dua ile…