Bir temmuz akşamı hainler göz dikmişlerdi bu vatana ve şeytanca planlar kurarak yazımızı kışa çevirmek istediler ancak unuttuları bir şey vard o gece.
O da konu vatan olunca bu millet için gerisi tederuattır.
Haberi alan herkes can havliyle oraya doğru koşmaya başladı. Ne silahlar korkutabildi ne de tanklar.
Vatan olmayan bu topraklarda yaşamak neye yarar, diyerek yürüdüler...
“Korkma!”
Onlar bu sözcüğü yüreklerinin en derininden haykırırcasına söyleyerek çıktılar yola...
Kimse nereye diye sormadan hepsi peşleri sıra takılıp gittiler.
Kimisi daha yaşamının baharında, kimisi ömrünün son deminde, hepsi de alıvermişti zırhını sırtına ve hepsinin dillerinde tek bir nida: VATAN!!!
“Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!”
O da sanki kızmış da çatıvermişti kaşlarını vatana göz dikenlere.
Ama biliyordu ki zaten bu vatanın evlatları düşürmezdi onu namertlerin ayakları altına. Kimi koşarak, kimi yürüyerek ağır aksak, kimi bastonuyla ellerin bayrak kalplerinde iman!!
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım!”
Diye dalgalanıyordu bu bayrak. Sesleniyordu minarelerden Sâlâlarla her sokakta yankılanarak.
Bu millet, bu bayrak, bu vatan ezelden beridir hür yaşamıştır.
“Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!!” diyerek yürüyordu vatanın evlatları; ellerinde bayrak, dillerinde tekbirlerle...
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar!” bile durdurabilir mi ki şehadet şerbetini içmeye hevesli bu milletin evlatlarını?
Yürüdüler adeta tanklara karşı koydular hem de ellerinde silahları olmadan, sadece “Benim imam dolu göğsüm gibi serhadim var!” diyerek siper olmuşlardı bu hayasız akına.
Öyle ki ne dost belli ne düşman, karışmış atın izine itin izi.
“Arkadaş, yurdumu alçaklara uğratma sakın!”
diyordu ay yılzdızlı nazlı bayrak. Bunu duyuyordu herkes ve siper ettiler gövdelerini gelen hayasız akınlara.
Korkmadan uzandılar tankların altına. İman dolu yürek taşıyordu her biri ki karşı gelemezdi hiçbir güç buna.
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!”
dememiş miydi ecdadın? Onlar da bu topraklar için can verenleri yani “toprağın altında kefensiz yatanları” düşünerek yürüyorlardı.
Hepsi şehit oğluydu incitemezlerdi atalarını. Korkusuzca yürüyorladı düşmanın üstüne; Ellerinde bayrak, dillerinde tekbirlerle!!!
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda!”
Çünkü bu cennet vatan elden giderse eğer ne çalınacak bir kapıları vardı ne tutunacakları bir dalları.
Tek çare vardı her gidenin aklında “Şuheda fışkıracak toprağını sıksan şuheda!” dedikleri bu topraklar için gözlerini kırpmadan şehit olmak...
“Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli.” demişti onları evlerinden gönderen anaları, babaları.
Vatan yoksa, bayrak yoksa neye yarar bu toprakların üstünde yaşamak?
Sızlamaz mı bu toprak için toprağa düşmüş askerin kemikleri?
Git! Dedi kınalı kuzusuna, sar göğsüne o mabedini değmesiz düşman eli!
“O zaman vecd ile bin secde eder - varsa -taşım!”
Bu vatanın toprakları üzerinde dinin temeli olan ezanlar susmasın, gökyüzüyle bütünleşsin bu al bayrağımız.
Dalgalansın şafaklarda nazlı nazlı bu hilal düşüncesiyle koştular vatanın dört bir yanına.
“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!”
Senin uğruna ne güneşler battı bu gecenin zifir karanlığında dost bildiklerimizin kurşunlarıyla.
Sen hür yaşadın hep, hür de yaşayacaksın.
Bitmez bu vatanın topraklarında yetişen kahramanlar!
Seyit Onbaşları, Ömer Halisdemirleri.
Çünkü hakka tapan milletimizin hakkıdır hür yaşamak.
Senin gölgende nefeslenip uyumak.
O gece gidenler geri dönmeyi düşünmediler zaten.
Cami avlusunda aldılar abdestlerini ve içitikleri de şehadet şerbetiydi de farkına varmadılar.
Tankın altında ezildiler ama çiğnetmediler ne vatanlarını ne de bayraklarını.
Atalarının kanıyla boyanan bayraklarını rengine renk kattılar da yine de yere düşürmediler...
hepsinin aklında ve yüreğimde tek söz vardı: VATAN!!!