Dünya, o kadar farklı güzelliklere sahipken insanların, onun içindeki çirkinlikleri ortaya koymaya çalışması belki de hayatın en büyük ironilerdendir. Her şey bu kadar uyum içerisinde yaratılmışken ve birbirini bu kadar güzel tamamlarken hep birbirini ayrıştırmaya çalışmak ve sürekli çatışma alanları oluşturmaya çalışmak aslında insanların bencilce davrandığının kanıtıdır. Bu bencillik insanoğlunun bu topraklara adım atmasıyla birlikte kendini göstermeye başlamıştır ancak bu asırdaki kadar ayyuka çıkmamıştır. Bunun temel sebebi de materyalist düşünce yapısından kaynaklanmaktadır. Maddenin cazibesine kapılıp ruhun güzelliklerinden uzaklaşmak, insanı bir köleye çevirir!
Sürekli tüketmek ve tükettikçe mutlu olabileceğini düşünmek aslında kişinin kendi tükenmişliğinin göstergesidir. Böyle olunca da doyumsuzluk had safhaya çıkıyor. Herkesin, “biz”den uzaklaşıp “ben”likle kol kola yürümeye başladığı bu yolda varabileceği tek yer bir uçurumun kenarıdır. O noktadan sonra da ne tutunulacak bir dal bulabilir ne de sığınılacak bir liman.
Toplumların ayakta kalmasını sağlayan en temel öge, sahip olduğu değerlerdir. Maddiyat, elbet de önemlidir ve hayatın değişmez bir gerçeğidir ancak kendi başına bir toplumu ayakta tutamaz. Bozulan ekonomi düzelir, kaybelin maddiyatın yeri doldurulur bugün veya yarın ancak yitip giden değerleri telafi etmek o kadar da kolay değildir ve yıkımı son derece ağır sonuçlar doğurur. Bizi biz yapan değerlerimizi, örfümüzü, âdetimizi çocuklara aktaramazsak onların içine düşeceği kötü durumum temel sorumlusu oluruz. Bu değerleri aktarmak kadar önemli olan şey de kendi çocuklarımıza aktardığımız veya aktaracağımız değerlerimizi bizlerin, hayatımıza ne kadar yansıttığımızdır. Söylenilenlerin etkili olabilimesi için onları davranışlarımızla ve yaşantımızla pekiştirmemiz gerekir. Yani söylemden çok eylem daha etkilidir. Gençler aslında bizlerin birer yansımasıdır. Onları eleştirirken önce iğneyi kullanalım ki çuvaldızı elimize alabilmeye yüzümüz olsun.
Kur’an-ı Kerim’de Allah şöyle buyurur:
“Masum bir insanın ölümü, tüm insanlığın ölümüdür.”
Yaşama ve yaşatma üzerine kurulu bir inancımız var. Fazla uzak bir zaman dilimine gitmeden başımızı kaldırıp şöyle bir baktığımızda nice masum insanın bir hiç uğruna öldürüldüğü coğrafyaları görebiliriz. Çocuklar, yaşlılar, hastalar, kadınlar, erkekler…
Maalesef insanların bencillikle kör olan zihniyetlerinden dökülen cümleleri duyunca ürpermemek elde değil. Birinin, insanın ölümüne üzülmesinin temel nedenleri olarak onun mensubu olduğu din, üzerinde taşıdığı siyasi etiket veya doğuştan gelen ırksal kimlik gibi şeyleri sayabiliriz. Kimse ölenin bir insan olduğunu aklının ucundan bile geçirmiyor.
Bu tarz düşüncenin toplumların zihnine yerleşmesinin nedeni, daha önce de söylediğim gibi bir toplumu toplum yapan değerlerin gözardı edilmesidir. Onlara tutunmayan her kim olursa olsun eninde sonunda başka düşünce yapılarının boyunduruğu altında bulacaktır kendini. Seni sen yapan toplumsal değerlere sahip çık, onları yaşatmaya çalış. Yaşatmaya çalış ki sen de varlığını sürdürebilesin.
Değerlerine sahip çıkıp onları yaşattığın sürece değerlisindir.
DEĞERLERDİR, BİR TOPLUMU DEĞERLİ KILAN!…
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.