Milli Eğitim Temel Kanunu’nda istikbalin teminatı olan neslin inşa sürecinde, insan olmanın erdemlerinin kazandırılmasına dönük, sıralanan amaçlarında, ana ekseninin; * Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek; * İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak; * Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.
Şeklinde ifade edilir…
Bu ana eksende ifade edilen değerlerin kazandırılması için, yurt sathında yapılanma, devasa binalar (Örgün eğitimde, 54 bin 715'i resmi okul, 13 bin 870'ü özel okul, 4'ü açık öğretim okulu olmak üzere toplam 68 bin 589 okul), bir milyonu aşan öğretmenin, kurum çalışanları “yönetici-öğretmen-personel vs., (Örgün eğitim kurumlarında görev yapan öğretmen sayısı 2019-2020 eğitim öğretim yılında 1 milyon 117 bin 686 oldu.) bu sürecin devamlılığı içinde ayrılan devasa bütçe…
Sonuç! Kocaman bir paydaş memnuniyetsizliği… Neden? Bu sorunun cevabının dahi yeterince tartışılmadığı düşünülmektedir. Sistem üzerinde yaşanan hızlı değişimleri, Kalite Yönetiminde yer alan PUKÖ (Planla-Uygula- Kontrol Et-Önlem Al) döngüsünün teorideki önemi ve uygulamada verimliliğin ana ekseni olacağı söylenmesine karşın, önemsenmeyişi…
Planlama ve uygulamada sorun yok.
Ancak, uygulama sürecinin kontrol edilmesi ve sorunların veya risklerin giderilmesi yönünde önlem alma sürecinin işlevsiz bırakılmasının bedeli her geçen gün artıyor…
Eğitimde asıl amacın “İyi İnsan” yetiştirmek olmakla beraber, sonuçta kocaman bir hayal kırıklığı, toplumda yaşanan kaosun temel sebebi olarak karşımızda duruyor.
Bu satırların en çarpıcı anısı, sanırım sorunu daha net ortaya koyacaktır.
Geçtiğimiz günlerde Hakka yürüyen güzel insan, değerli ilim adamı Doğan Cüceloğlu’nun aktardığı anı, sosyal medyada da paylaşılmakta…
Sabrınızı zorlamayacağını düşündüğüm o satırlarda; “Ben Amerika'da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum.
Amerika'da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım.
Beş dolar için gırtlağını kesebilir.
Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor.
Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor.
İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle.
Türkiye'ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum.
Şehirleşme ve eğitim.
Türkiye'de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum.
Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor.
Bu son derece kuvvetli bir duygu bende.
İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur.
Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir.
Sanki eğitilmiş Amerikalı....
Burada çok önemli bir gözlem var.
Bunun üzerine düşünmek lâzım.
Benim analığım yörük’tü.
Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi.
Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik.
Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum.
Analığım, 'Vurma oğlum' dedi.
Ben, sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde, 'Ne var parmak gibi küp küçücük kuş' dedim.
Analığımın cevabı: 'Yavrum! Canın küçüğü büyüğü olur mu?
Allah her birine bir can vermiş.
Vurma yavrum günah.' dedi.
Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının.
Yıllar Sonra bunun anlamını anladım.
Anladığım zaman ağlamaya başladım.
Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum.
Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı.
Ne oluyor dedi.
O kadar mutluydum ki, 'çok mutluyum' dedim ağlayarak.
Kendi kendime 'Ya Rabbi! Çok şükür.
Sağken bunun farkına vardım.
Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz.
Kadın bunları aşmış.
Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok.
Hepsi birbirine eşit.
Onur eşitliği var.
Canın büyüğü küçüğü olur mu?
Allah hepsine can vermiş.
u bilinci görüyor musunuz?
Nereden geliyor bu?
Bu, tasavvuf kültüründen geliyor.
Bu yayılmış.
Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hâlâ bu mayamızda var.
Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim.
Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var.
Bir de doğadan kopmamış.
Sürekli doğayla haşır-neşir içerisinde o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil.
Farkına varmış ve bir yere oturtmuş.”…
Sahi, mektep görmeyen insanımızda var olan o değeri, okullarımızda biz eğitimciler olarak ne yapıyor da nasıl bozuyoruz sahi…
Hiç düşündünüz mü? Özümüzü yeniden yakalamak, yaratılanların en şereflisi olan “İNSAN”ı yeniden, o evrensel değerlerle buluşturmak için, ciddi bir öz değerlendirme şart değil mi?
Hani şarkıda söylendiği gibi; “Allah’ım neydi günahım, Ben nerede yanlış yaptım…”
Zaman, hatalarımızla yüzleşme, hatalardan dönme zamanıdır.
Yarın çok geç olmadan…
İstikbalimizin teminatı olan çocuklarımızı “EĞİTTİKÇE” nereye gidiyoruz?