“Uçurtma Avcısı” kitabını okuyanlar bilirler orada şöyle bir ifade geçer, kısa ama derin anlam barındıran;
“Yalan söylediğinde birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın.”
Bunu da günahların büyüğü olarak kabul eder romandaki karakter. Yalan bir şeyi gizlemekten ziyade birinin doğruya ulaşma hakkını elinden almaktır.
Yalan söylemenin ağırlığı o kadar güzel anlatılmış ki...
Birinin gerçeğe ulaşma hakkı nasıl gasbedilir...
Yalan, bir dile bulaştıktan sonra oradan çıkan sözlerin rengi de tadı da değişir. Dil alıştı mı yalanın o yanıltıcı tadına bunu yüreğine de bulaştırır. Yalanın asıl büyüğü ise kişinin kendisine söylediğidir çünkü bir başkasının duygularını kirleten katran siyahı yalanlar onu söyleyen kişinin ellerine bulaşmadan olmaz. Kendisine söylediği yalana inanmak ise içine düştüğü kuyunun kendisidir. Oraya nasıl düştüğünü bilmeden çırpınıp durur kurtulmak için.
Doğru söyleyen her ne kadar dokuz köyden kovulsa da onuncu köyden de kovulmayı göze alıp doğrudan vazgeçmemektir asıl erdemlilik. Bu, bir çocuğa daha taze bir fidanken aşılanmalıdır ki açacağı çiçekler en temiz kokuları yaysın etrafa. Doğru söylemenin erdemliliği o temiz zihinlerde ve kalpte yerini almalıdır yalanın katran siyahından önce. Doğrunun tadı bazen acı olsa da yalanın ayartıcı güzel tadından daha gerçektir.
Çocuklara “Yalan söylemek kötüdür.” veya “Yalan söyleme!” tarzında cümleler kuracağımıza onlara “Doğruyu söylemek erdemliliktir.” veya “Doğruyu söylemelisin her zaman.” tarzında cümlelerle yalandan önce doğrunun yankılanması lazım o dimağlarda; yalandan önce doğru, kök salmalı tertemiz zihinlerde çünkü bir sayfaya yazılanlardır daha sonra kulaklarda yankılanacak olan.
Hiçbir kültürde, dilde, dinde yeri olmamıştır yalanın hiçbir zaman. Öyle ki girdiği haneyi yakıp kül etmeden, yuvalandığı dili karaya boyamadan ayrılmazmış oradan.
Bizim inancımızla paralel biçimde ortaya konan bir atasözümüz de vardır herkesçe bilinen,
“ Yalancının mumu yatısıya kadar yanar.”
Ömrü kısa sürebilir bir yalanın fakat bıraktığı enkazın tozları bir ömür silinmez. Bir yafta gibi kalır öyle...
“Yalancının cezası ona kimsenin inanmaması değildir, onun kimseye inanamamasıdır.” demiş B. Shaw.
Kişinin bir yalana bulaştı mı artık etrafına güvensizlikten örülü bir duvar örmüştür. Kulağında çalınan her söz birkaç kez tekrar eder içinde, dilinden dökülen kelimeler süzgeçten geçer önce ve hepsinden de öte “şüphe” gelip fısıldar ona “İnanma!” diye... Çünkü kendi dilinden dökülenler bile katran siyahı bulutken bir başkasının kelimeleri masmavi bir gökyüzü olamaz onun için.
Yalan, her türlü günahın başlangıcıdır. O yüzden doğruyu söylemek ve herkese karşı doğru olmak yapılabilen en büyük erdemlilik olacaktır. Son olarak,
“Herkesler doğrudur sen doğru isen. Bulunmaz doğruluk sen eğri isen.” diye Yunus Emre’nin sözünü hatırlatmakta fayda var. Yalanı da doğruyu da önce kendinde ara. Yani sen neysen gördüğün ve duyduğun da odur.
Diliniz ve yüreğiniz sadece doğruyu şakıyan bir bülbül olsun!!!