Sana şiirler yazdım, eylülle başlayan. Eylülde aşık oldum, ayrıldım. Eylül ki en yaralayanıdır aylar içinde beni. Eylül sonu aşklar, dökülen yapraklara benzer. Sarı sarı yapraklar ayaklar altında, kurumuş ve bir o kadar kırılgan. Çiftlik Parkı şimdi hüzün kokar, ayrılık… Eylülü yaşar sapsarı.
Hatırlar mısın ey sevgili? Eylülü, eylül sonunu. Bir hüzünlü andır gelip başımızda bekleyen, bize yokluğu haykıran, bitimi anımsatan. Ah eylül ah! Sen de mi vuracaksın bir zemheri gibi? Sen de mi yakacaksın temmuz güneşi gibi? Oysa sokulganlığımız bir çatı saçağına tünen kırlangıçlar gibiydi varlığına. Eylüldü mekânımızın adı tabelalarda.
Ey sevgili, hatırlar mısın bir eylül sonunu, sonra terk edişini bu şehri ve beni? Sarı bir hava hakimdi yeryüzüne. Ayakların ayrılık hırkasına bandırılmış gibiydi. Yokluğunu haykırıyordu herkes ve de her şey: öten kuş, açan çiçek, yağan yağmur, düşen çığ, esen rüzgar…
Hatırlar mısın bu türküyü, bir eylül sonunu? Sonra terk edişini bu ilçeyi ve beni. Gözyaşlarını zaptedemezsin bir firari gibi, tutamazsın zorla değil yağmurlarını. Ergeç hatırlarsın bir eylül sonunu sonra kahır dolu düşüncelere dalarsın da bir noktada dikili kalır gözlerin suçlu gibi. Affetmek istersin kendini, her şeyi feda edecek hale gelirsin lakin unutmaman gereken bir eylül var havsalanda. Sonra bir ilçe ve ben varız terk edilmiş tozlu sayfalarında yaşamının. Hissedersin belki ezilmişliğini de idama götürülen bir kadın gibi boşuna çırpınmazsın darağaçlarımda.
Ey sevgili, ergeç hatırlarsın acılar içinde beni sonra bir eylül gibi sokulursun yanıma da, geçen günlerin acısını çıkartırcasına sarılırsın. Eylülün ruhuna aykırı bir hal cereyan eder yanı başımda. Gönül bahçem yeşillenir belki de tomurcuğa durur. Hazanın nevruzu olursun kitabımda.
“Eylülde gel, eylülde okul yoluna,
Konuşmadan yürüyelim gireyim koluna.
Görenler “dönmüş, hem de mutlu” diyecekler.
Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi,
Yaprak dökecekler, yaprak dökecekler” diye haykırıyor buğulu sesiyle Alpay kasette.
Eylül de bitti sen gelmedin, başka eylülleri beklemek de artık kaderimiz. Onlarca yılın içinde hep bir eylül aşkı var iştiyakla beklediğimiz ama bir tülü kavuşamadığımız. Ekim kışa götürüyor bizi, eylülden uzaklaştıkça soğuyor bu dünya. Takvim ötesi bir dünya düşlüyorum seninle. Eylülle başlayan ve biten. Eylüle odaklanmış her göz takvim yapraklarında. İnan ben eylülsüz bir dakika bile yapamam, eylülsüz ve de sensiz.
Eylül, siyasi darbelerin talihsiz ve bir o kadar da meşhur, meşum ayı… Şimdi sevgilinin yüreğime darbe yaptığı ay oldu. Unutmam mümkün mü artık seni? Yüreğimin 12 Eylül’üsün. Postalların duygularımın üzerinde… Şimdi sen tek generali misin hislerimin? Bana emreden, hükmeden. Yargılamak yok mu şimdi seni, sorgulamak? Takip etmek bir gölge gibi, suç mu yani?
Kur darağacını, sür kurşununu, çek süngünü. Bir kez ölmem, bunu iyi bil! Öldükçe ölesim gelir. İpin ucu sende, tetiği çekecek parmak…. Yaşamı da seni sevdiğim gibi severim. Rahat ol, kıy bana. Çıkar üzerindeki üniformayı, sana çatık kaş gitmiyor. Bu rol fazla ve bu elbise iki beden büyük…
Sevdiğimsin, itaatkârın olamam; mecburumsun, benden(köle) olamam. İnkılâplara vesile ol bende, karışamam sana. Devrimini tamamla ama dön bana. Yaptın yapacağını, yıktın yıkacağını daha ne istersin? Bir canım kaldı, kolay kolay vazgeçmem canımdan bilesin. Uyarıdır bu, sensiz öteler bile zindan neylersin? Gönüldür bu takılmış ardına akibet meçhul olsa dahi.
Her gidiş büyük bir boşluk bırakır insanda ve ne yazık ki hiçbir şey ve hiçbir kimse kapatamaz bu boşluğu. Yama gibi durur her şey yürekte. Herkesin bir aşk acısı vardır ve bu acılar benzemez birbirine. Her yürek kendi cehennemini yaşar firakta. İster ayrılık deyin, ister terk ediş, ister hicran deyin buna, fark etmez. Sevgili gitmişse başlamıştır yangın yürekte.
“Her ömrün bir eylülü vardır.” der Murathan Mungan. Ben de diyorum ki her aşkın bir eylülü vardır, hissettirmeden yaklaşan ve ansızın sarmalayan. Eylül kadar yakınsın ve bir o kadar ırak. Mevsimlerden eylül, aylardan, mekânlardan ve adlardan. Bir eylül konfetisi patlatıldı başımda.
“11Eylül’ümsün.” Ki 11 Eylül, Amerika rüyasının bitişi, Amerika devinin çöküşü ve sonun başlangıcıdır. Büyükleri de vururlar hem de canevinden. Amerika’ya benzetme beni sakın, aldanırsın sevgili. Bitmedim çünkü. Zümrüdü Anka’yı bilir misin? Kendi küllerinden yeniden doğan efsanevi kuşu. Vurdun beni kabul, yaraladın beter bir şekilde ama ben daha güçlü ve zinde bir şekilde ardındayım. Belayım püsküllü, kadayım onulmaz şekilde.
Eylülümsün sen. Terk ettiğin noktadayım. Anlayamazsın ve bunu idrak edemezsin. Akıl ötesi bir mesafedeyim. Büyüdükçe büyüyor bu sevda. Tıka basa sen dolu yüreğim. Bu ayrılık küçük bir ateşi yangına çeviren rüzgâr oldu. Göremezsin. Ruhum Promete oldu tanrılardan ateşi çalan. Ateş bana kaldı. Ayrılık zinciriyle mahpus olan bedenime her öğün bir kartal misafir olur da ciğerimden parçalar koparır.
Her işgal başka bir mücadeleye sebebiyet verir. Benim mücadelem de seninle. İşgal ettiğin kalp diyarım talan olmuş. Her bir hücrem senin aşkınla nalân olmuş. Bugüne kadar anlatılan tüm aşk hikâyeleri yalan olmuş. Şimdi sahnedeyiz sayende. Popülaritemiz arttı, magazinsel yönümüz revaçta. Ayrılık odunu (ateş) yakan sensin. Biinsaf, bikarar ve bimekânsın. Olumsuzlukların bütünüsün anlayacağın.
Hatırlar mısın bu türküyü, bir eylül sonunu? Sonra terk edişini bu ilçeyi ve beni. O an gözyaşlarını zaptedemezsin bir firari gibi, tutamazsın zorla değil yağmurlarını.
Eylülsüzlük tavan yaptı, eylülsüz ve sensiz yapamam. Öğünüm eylül, övüncüm, erincim… Daha nem olsun ki? Eylül de gel demiştim, gelmedin.