Büyük Türk Hakanı Bilge Kağan, Orhun Kitabeleri’nde Türk milletini şöyle uyarmıştı:
“Tabgaç bodun sabı süçig, agısı yımşak ermiş.
Süçig sabın yımşak agın arıp ırak bodunug ança yagutır ermiş.
Yagru kontukda kisre anyıg bilig anta öyür ermiş.”
“Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş.
Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırır imiş.
Yaklaşıp konduktan sonra kötü şeyleri o zaman düşünür imiş...”
Bilge Kağan, Türklerin güzel söze zaafı olduğunu, aldanabildiğini 1287 yıl evvel bildirmiş...
Hitabeti ve diksiyonu iyi, jest ve mimik kullanımı başarılı, güzel söz söylemeyi becerebilen insanlar, her daim dikkati üzerine çekmiş, halk üzerinde tesiri büyük kimseler olmuştur.
Bu FETÖ’nün de zamanında kabul görmesinin en önemli müsebbibini, kullandığı dil ve üslubunda da aramak gerektiğini düşünüyorum.
Elbette onun “cemaatine” dahil olanlar bir menfaat uğruna girmekteydi. Ancak insanları inandırıp kandırmasını, zahirde “tatlı” batında zehir olan dilinde aramak gerekir...
Öğrencilik zamanımdan hatırlarım.
Devlet yurtları, öğrencilere kuralcı ve baskıcı bir anlayışla yaklaştığından, bir ev tutmak hayli masraflı olduğundan maddi konuda rahatlık sağlayan FETÖ yurtlarına yöneliyordu Anadolu’nun gariban ve kendi halindeki çocukları...
Aileler de “e bunlar Müslüman, çocuklarımız kötü yola düşmesin” diyerek destek oluyordu...
Pek çok insanın FETÖ ile münasebeti ilk defa bu “abi evlerinde” başlamıştır.
Dershaneler, FETÖ’nün lisesi ise abi evleri de FETÖ’nün üniversiteleridir.
Devlet bunu fark ettiğinde iş işten geçmişti.
Önce dershaneler kapatıldı, sonra da hızlıca devlet yurtları inşa edildi.
FETÖ, nerede bir boşluk, zaaf varsa en iyi şekilde kullandı.
Üniversiteyi kazanıp memleketinden ayrılan bir öğrencinin bu yurtlara tevessül etmesinin asıl sebebi; ekonomik kaygılar ve devlet yurtlarının yetersizliği, menfî yönetimi olmuştur.
Bu hatalar tekrar edilirse yeni FETÖ’lerin zuhuru kaçınılmazdır.
Pireye kızıp yorgan yakmak misali tüm cemaatleri aynı kefeye koyarak karalamak da yanlıştır.
FETÖ, bu evlerde, okumak için gelen gençleri izliyor ve içlerinde kabiliyetli olanlara sorumluluk yükleyerek, “bir şekilde” belirli konumlara getiriyordu.
Bu çark, yıllarca kusursuz işledi ve devletin her kademesine sızdılar.
Kendilerinden olmayanı asla aralarına almadılar. Evlilikleri bile kendi içlerinde gerçekleşti.
Öğrencilik yıllarımda şahit oldum ki bu cemaatin yurdunda kalanlar daima birlik ve beraberlik içinde hareket ederdi.
İnsanları çekmek için yemek organizasyonları yaparlardı. İçlerinde gerçekten saf olanlar, tehlikeyi fark edemeyenler, kandırılanlar, Allah’a hizmet için yaptığını sananlar elbette vardı.
Zamanla o kadar güçlü oldular ki umutsuz insanlar için “iş bulma kapısı” olarak bile görüldüler.
Allamesinden en câhiline kadar azımsanmayacak bir alana yayıldılar.
Sonunda olanlar malumunuz. Ne demiş Lâ-edri üstad: “Karınca (e)ger kanatlansa sanır hayra delâlettir / Lakin bilmez anı kim (bu) zevâline işârettir.”
Böyle geniş alana yayılan bir örgütün lider profili nasıl olacaktı?
Evvela edebî terminolojiye vakıf, özellikle hitabet sanatında üstün bir üsluba sahip olması gerekirdi. İtiraf edelim ki FETÖ elebaşısı, dil ve edebiyat sahasında bir profesörden daha iyi kendisini yetiştirmiş/geliştirmiş, ekseriyeti Arapça ve Farsça ciddi bir kelime hazinesinin yanında her türlü edebi sanata da haiz, zatını, Ashaf-ı Kef’in köpeği “Kıtmir” ile eşdeğer tutmuş bir “tabasbus” harikasıdır. Fazla tevazu, kibirden gelir imiş..
Dil denilen silahı en verimli şekilde kullanan bu tür insanların biricik cephanesi elbette şiirdir...
Şiir sanatının insanlar üzerindeki tesiri malumdur. Sayın Cumhurbaşkanımız gibi önemli siyasetçilere bakınız, şiirin nasıl bir güce sahip olduğunu, bir şiirle halkın gönlünün nasıl feth edilebileceğini anlarsınız...
Bu FETÖ elebaşısı da “hemen tatlı söze kanan” insanların kanına sızmak için şiiri, edebiyatı bir araç olarak kullanmıştır.
Yazıyı hazırlarken bir kaç konuşmasını dinleme fırsatı buldum ve hemen her sohbetinde, beyitlerden, mısralardan istifade ettiğini fark ettim.
Üstelik mısraları, beyitleri öyle ustaca seçip kullanmıştır ki sanırsınız o şair, ilgili şiirini mezkur şahıs propaganda aracı olarak kullanabilsin diye yazmıştır.
Yunus Emre, Nesimi, Yavuz Sultan Selim, Rahmi, Fuzuli, Farisi, Muhibbi, Naili-i Kadim, Alvarlı Efe, Ziya Paşa ve halk şairi Âşık Reyhani’den, tutun da Yahya Kemal, Mehmet Akif, Arif Nihat Asya ve Necip Fazıl’a kadar. Halk şairi, divan şairi, Cumhuriyet devri şairi ayırt etmeden...
Sanırım hazret de II. Yeni’ye karşı imiş...
Üniversitelerdeki edebiyat hocaları, öğrencilerine tez konusu arıyorsa işte bir tez önerisi:
“FETÖ’nün Dil Silahı Olarak: Şiir ve Edebiyat”
İlginç bir makale konusu bile olabilir.
O riya dolu sohbetlerini dinlemeye tahammül eden olursa eminim ki ne acayip malzeme çıkacaktır. Hangi babayiğitin yüreği yetecek...
Şahsın, kitaplarında geçen şiirleri için 2014 yılında Arnavutluk’ta bir lisans bitirme tezinin yapıldığını gördüm.
Tezi yapan da yaptıran da Türk’tür.
Fethullah Gülen’in Altı Eserlerindeki Şiirler ve Konularına Göre Tasnifi başlıklı tezde, bir nevi şahsın övgüsü yapılmıştır.
Tezdeki bir bölümde FETÖ elebaşısının şiire bakışı da verilmiştir.
Ona göre şiir; “şairlere ait bir kısım solmayan çiçek ve bu çiçeklerin çevreye saldıkları kokular demektir.
Toprağı temiz, suyu duru, tohumu da belli olunca artık bu çiçeklerin renk ve kokusuna dayanılmaz.”
Bir edebiyat profesörü misali şiiri tanımlamamış mı sizce de? Şiirin tesir gücünün farkında olduğu besbelli.
FETÖ, üniversitelere çok zarar verdi, çok aileyi perişan etti, çok ah u beddua aldı.
Benim gibi 40 bin genç, şuan 50/D belasıyla uğraşıyorsa müsebbibi odur.
FETÖ’den ihraç edilmiş bir divan edebiyatı profesörünün şahsına ait değerli kitaplarını, sahafa satmak zorunda kaldığını görünce meslektaşım adına üzülmüştüm.
FETÖ elebaşısının insanlara tesirinde mühim rol oynamış şiire dair bilgisinin ne kadar yüksek olduğuna sadece bir sohbetini örnek olarak göstereceğim.
Eminim ki diğer sohbetlerinde de bu örneklerin sayısı fazladır.
Sözü fazla uzatmadan burada yalnızca, çok spesifik bir edebiyat olan divan şiirini, kendi propagandasına uygun şekilde nasıl kullandığından bahsedeceğim.
Malum zatın bir seçim zamanı, haberlere düşen “Nifak Çağı ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi” başlıklı bir sohbetine tesadüf etmiştim.
Bu nifak imparatorunun, kendi tebaına ne mesajlar verdiğini dinlemiş bulundum.
Kaydın muhteviyatındaki siyasi-dinî mevzular elbette dikkatimi çekmedi.
Beni o konuşmayı hayretle dinlemeye iten şey, elebaşının kullandığı kelimeler, hitabeti, yüksek edebi bilgisi ve divan şiirine olan hakimiyeti oldu.
Yaklaşık elli dakikalık kayda, aynen şu şekilde bir girizgahla başlıyor:
“Gül hâre düştü, sîne-figâr oldu andelib
Bir hâre baktı bir güle, zâr oldu andelib
Gül dikenliğe düşünce, bülbülün sinesi yaralandı.
Bülbül, bir güle, bir de dikene baktı, oracığa yığılıverdi.
Gül dikenliğe düşünce bülbül dilgir olurmuş.
Bir hâre bakarmış dikenliğe, bir de güle, zar koparırmış.
Nâilî-i Kadîm… Tahlili uzun söz ister.
Çünkü sebk-i hindi üzerine söylenmiş.
Amma günümüzü güzel ifade ediyor.
Belki o ifadeye ilave edilecek bir şey var.
Gülünüz hâre düşse de, siz bülbül iseniz, bence güle zar etmemek lazım.
Âşıkım dersen belâ-yı aşktan âh eyleme
Âh edip ağyarı âhından âgâh eyleme
“Şuara leşkerine mir-i livâdır sühânım” diyen şairler sultanı Fuzuli’nin bu da. Biraz değiştirerek Kıtmirce ifadesi şu;
Dertliyim dersen bela-yı dertten âh eyleme
Âh edip dert bilmezleri âhından âgâh eyleme
Ocaklar gibi yan ama gam izhar eyleme, derdini kimseye duyurma.
Böyle bir dönemde yaşıyoruz...”
Hazret, 17. asrın önemli şairlerinden Naili’nin berceste olmuş bir gazelinin matlaıyla başlıyor ve günümüz Türkçesiyle de şerhini yapıyor.
Yetmiyor onun bir de “Sebk-i Hindi” şairi oluşu hakkında bilgi veriyor.
(Bu arada, bu beyit iddia ettiği gibi Sebk-i Hindi üzerine söylenmemiştir.
Amaç “ben bunu biliyorum”dur) Divan edebiyatına oldukça vakıf olduğu her sözünden belli...
Ardından beyti, kendi mesajı için değiştirmeye kalkıyor.
Müridlerini, bülbül yerine koyarak mağdur, mazlum gibi göstermek istiyor...
Yine 16. asırda yaşamış, divan edebiyatının en büyük şairlerinden kabul edilen Fuzuli’nin bir gazelindeki matlayı ve “Sözüm, şâirler ordusuna bayrak emiridir” anlamındaki mısraını zikrediyor...
Dertli müridleri için beyti kendince yorumluyor ve “çektiğiniz sıkıntıları içinizde yaşayın” “kendinizi güçsüz göstermeyin, ifşa etmeyin” mesajını veriyor.
Fuzuli’nin, Naili’nin beyitleri, propaganda amaçlı, tesiri yüksek bir dil silahının mermisi gibi kullanılıyor.
Fuzuli’yi herkes tanısa da Naili-i Kadim’i ancak bu işe özel bir ilgisi olanlar bilebilir.
Sohbetin devamında Yunus Emre’den, Yavuz Sultan Selim’den, Mehmet Akif’den de alıntılar yapılıyor.
Fazla söze ne hacet, bir divan edebiyatı uzmanı olarak şapka çıkarmak gerek.
İşte divan şiiri, ebr-i nisan yani nisan yağmuru gibidir.
Kimilerinin dilinde gönül çelen bir inciye, kimilerinin dilinde de zehre, beyin yıkayıcı bir silaha dönüşebiliyor...
Rabbim korusun...
Şeyh Galib’in bu beytini yüz binlerce insana eziyet ettiren mezkur darbeciye ithaf ediyor, beytin hikmetini idrak edebilmesini diliyorum.
Billâh yuf bu şu'bede-i hîç-kâre yuf
Yuf kadr-i câh u tantana-i iştihâre yuf
“Allah’a andolsun ki hiçbir şeye yaramayan bir oyun, bir oyuncak olan şu dünyaya, mevkiin, rütbenin kadrine, şöhret kazanışın debdebesine, tantanasına yuf.”
Lütfen atamız Bilge Kağan’ın sözlerine kulak verelim...