Gakgo kelimesi Harput’la, özellikle Harputlularla özdeşleşmiş bir kelimedir.
Yani bir Palulu, bir Baskilli hemşehrimizin bu kelimeyi pek kullandıklarını duymadım bilmiyorum.
Ancak hemen hemen bütün Elazığlılılar büyük şehirlere çıktığında kendilerini ifade ederken Harput’la bağlantılı isimler kullanmaktan hoşlanırlar.
Harput Kebap, Harput Kumaş, Harput berberi vs..
Harput’la doğrudan alakası olsun olmasın hemşehrilerimizin Harputlu kimliğinde yakaladıkları içgüven, huzur ve açıkçası biraz da fiyakanın ardında elbet kimi sebepler mevcuttur.
Niye Kinederiç Berber salonu değil, neden Yukarı Huh veya Tadım Kasabı değil ve neden Perçenç Bilardo Salonu değil de hep Harput?
Ya da Palu, Baskil değil de Harput?
Bu sebeplerin en başında gakgoluk vasıflarının yöre insanının ruhunda yaşıyor olmasıdır.
Biliyoruz ki gakgosu olmadan Harput olmaz.
Bu öyle bir ruhtur ki adeta Harput kimliğini oluşturan başlıca etiketimiz olmuştur.
Adı modern haritalardan silinmiş olsa da kitaplarda ve gönüllerde yaşayan ancak avucumuzun içinden yitip giden koskoca şehrin adıdır Harput.
Ne yazık ki günümüzde Harput’u, Elazığ’ı anlatan o asil kelime bozulmuş “gakkoş” gibi ucube kelimeler girmiş hayatımıza.
Hatta daha da ileri gidip bunu gakkoş kültürü (ne demekse) gibi bütünsel anlam ifade edecek hale getirmişiz.
Bunu Harput’la özdeşleştirip Elazığ’ımıza, Harputluluğumuza yaftalamışız ne yazık ki..
Bu kadar basite indirgemiş olsaydık “gakkoş kültürü! “ dedikleri şeye inanıp gidenlerden olurduk.
Bundan yıllar yıllar önce Nafiz Koca üstadımız bir yazısında şöyle demişti;
“…Köse torunun dedesinin sakalıyla öğünmesinin en somut yansıması Elazığ’da gözüküyor. Bir şanlı tarih hastalığıdır tutturmuş gidiyoruz. Atalarımızın geçmişteki başardıklarıyla öğünmek ve bundan kendine pay çıkarmak sadece bize has bir özellik olsa gerek. Bu hastalığın en çok dile pelesenk olanı ise Harput. Harput’umuz da olmasa anılacak ve gurur duyacak pek öne çıkan değerimiz olmayacak. Hani Yunus’un “cennet cennet dedikleri” mısra misali bizde “Harput Harput dedikleri üç beş kaya, üç beş maya, üç beş hoyrat ve epeyce bir aşk meşk hikayesi..”
O yıllarda ağır eleştirime de maruz kalan üstad Nafiz Koca’nın yukarıdaki cümleleri yıllar geçse de zihnimin orta yerinde çakılı durmaktadır.
“..Harput Harput dedikleri üç beş kaya, üç beş maya, üç beş hoyrat ve epeyce bir aşk meşk hikayesi…”
Elbette üstadın anlatmak istediği şey Harput kimliğinin yozluğu değildi, onun anlatmak istediği yitip giden Harput kimliğinin artık geri gelmeyeceğiydi. En azından şimdi öyle düşünüyorum.
Harput’ta yerin altındaki muhteşem zenginliği yerin üstünde koruyamamışız.
Sonuçta mirasyedi evlat gibi utancımız açığa çıkmış o yüzdendir ki önüne gelen vurmuş, ardına bakmadan gitmiş.
Gakgo da olmuş gakkoş.
Ulu şehirdir Harput.
Gakgoların şehridir.
Onların kültürünün, yaşanmışlıklarının şehrinin adıdır.
Gakkoş kültrürü değildir, asla olamaz.
Dahil-i Elaziz’de de karalamak ya da hasetlik edenler bizden başkası mı ki kalkıp kendimizle alay ediyoruz.
O halde Elazığlı usta yazarlardan Metin Önal Mengüçoğlu’nun “Harput Şehrengizi” adlı eserindeki şu cümlelere kulak verelim;
“..Ey şehir seni bu hale kim getirdi? Seni, çehreni darbeleriyle tanınmaz kılan, toprağını kirleten, tarihe ait taşları, mezar taşlarını söküp Mezre’de yeni şehirde parti binası imar eden bizden başkası mıydı ki şimdi senin namını diyar-ı gurbette kullanarak insanların cazibesine medar kılmaya utanmıyoruz. Hepimiz suçluyuz..”
İşte benimkisi de bu suçluluk psikolojisiyle Harput’a, Harput kültürene ve gakgosuna (eğer kaldıysa) sahip çıkmak adına bir isyandır.
Ahlaklı İsyan..