Bir toplumun geleceğe umutla bakabilmesi, gelecekte var olabilmesi ve orada kendine bir yer edinebilmesinin şartı nedir?
Buna herkes kendince bir yanıt verebilir ama benim en çok beğendiğim cevap Doğan Cüceloğlu’na ait olan şu cümleydi,
“Bir toplumu geleceğe taşıyan şeyler malumat değildir; onu geleceğe taşıyan şeyler koruduğu, muhavaza ettiği değerledir.”
Yani çocuğumuza pahalı bir araba, büyük bir ev ya da dönümlerce tarlalar bırakmak değildir onu ileriye taşıyacak olan.
Aslolan şey ona aktardığımız değerlerdir kültürümüze ait.
Geçmişten gelip günümüzü inşa eden ve geleceğe şekil veren...
İnsanlar çocuklarına para kazanması gerektiğini öğretiyor hayata tutunabilmek için ama haram mı, helal mi olması gerektiğini söylemiyor.
Güzel ve süslü cümleler kurmasını söylüyor insanları etkilemesi için ama doğruyu mu, yalanı mı söylemesi gerektiğini söylemiyor.
İnsanlara karşı saygılı olması gerektiğini söylüyor ama riyakâr olmaması gerektiğini söylemiyor.
Sol el ile yemek yememesi gerektiğini söylüyor ama yediği lokmanın haram mı helal mi olması gerektiğini söylemiyor.
En önemlisi de şekil olarak değişmesini söylüyor ama çocuğun özüne dokunamıyor...
Bunlar gibi daha niceleri var ve asıl sorun da buradan kaynaklanıyor.
Çocuğa geçmişi öğretmenden bugününü inşa etmesini nasihat ederek geleceğini şekillendirmesini istiyor.
Nereden geldiğini bilmeden nereye gideceğini bilemez hiç kimse.
Yürüdüğü yoldan arkasına bakmadan önü sıra uzayıp giden yolun nereye varcağını bilemez.
Bize ait ne var ise hemen hepsini yok sayıp başka kültürlerin eğemenliği altına giriyoruz ve bir bocalama dönemi yaşıyoruz.
Çünkü bizim toprağımıza uygun olmayan bir tohumu ekip bize ait olan bir şeyler yetiştirmeye çalışıyoruz.
Elbette ki evrensel değerler de olacaktır ancak sana ait olanı bir kenara bırakıp sadece evrensele sarılırsan onun sonu hüsrandır.
Kendine ait olandan kopmayıp yeniyi de onunla harmanlayarak adım atmak gereklidir gelecek denilen bu yolda.
Öyle bir hal aldı ki artık, bayramlar büyükleri ziyaret etmekten ziyade sadece tatil planlarının yapıldığı bir kimliğe büründü.
Bu güzel ve mübarek günleri hakkıyla yaşayanlara da “Artık kaldı mı bunlar ya?” diyerek onları küçümseyen güruh da var maalesef.
Bizler çekirdek aileden ziyade kocaman aileleriz ve bu da bizim değerlerimizin dedelerimizden veya nenelerimizden öğrendiğimiz gerçeğini ortaya koyuyor.
Onlar birer kültür elçisidir zamana karşı, bizlere devredip meşaleyi göçüp gidecekler.
Bizler de aynı şekilde çocuklarımıza ve gençlerimize aktarmalıyız bunları.
Bizlerin şekilsellikten kurtulup artık kendi özümüze dönmemiz gerekir.
Bir binanın dış yüzünü boyayarak onu ayakta tutamayız.
Onu mutlaka destekleyecek şeyler yapmalıyız. Kurumuş bir ağacı sulayarak canlandıramayız.
Kurayan dallarını kestikten sonra toprağın altında olan köklerinden yeniden yeşertmeliyiz.
Onun yeşerip filiz vermesi için de kendi özsuyumuzla sulamalıyız.
Çıkan her bir gül fidesi çoraklaşan topraklarımızı yeniden gülistana çevirecektir.
Yani özünü yitirmeden onları çocuklarımıza aktarmamız, bizim toplum olarak nerede yer alacağımızı gösterir.