Son dönemlerde metropol diye adlandırılan şehirlerin dışında kalan ve her nedense o şehirler yetişme çabasında olan diğer şehirlerde de çok katlı binalar inşa edilmeye başlandı. Böyle yüksek binaların modernizm ile bağdaştırılması ise ayrı bir sıkıntıyı ortaya çıkarıyor. Bizler modern(!) olmaya çalışırken işi sadece şekilsel olarak algılıyoruz. Bu algılamanın da ne kadar yanlış olduğunu kentlerimizin çarpıklaşmasına baktığımız zaman kolayca görebiliriz.
Düşünce dünyası olarak hiçbir zaman değişime ayak uyduramayanlar, sadece görüntüsel olarak izleyip de imrendikleri medeniyetler seviyesine ulaşabileceğine inanıyor.
Yüksek binalar, betonarme yapılar, doğanın her türlü rengini silmiş ve onun yerine de hep yapay olanı koymaya çalışanlar...
Çocukken bahçede ya da bayırlarda oyunlar oynardık. Yaşadığımız bölgede yetişen ağaç çeşitleri belli başlıydı ancak hepsinin adını sanını, nerede nasıl yetiştirildiğini, meyvelerinin hangi vakit olgunlaşıp toplanıldığını, kışa hazırlık için hangilerinin nasıl kurutulduğunu veya muhafaza edildiğini, yabanda hangi mantarın zehirli olup olmadığını vs bilirdik
En güzeli de yorulup da bir ağacın gölgesi altında dinlenmeye başlamakta. O zamanlar gökyüzü izlerdik hep birlikte. Bulutlardan şekiller çıkarırdık ortaya.
Bazen bir ağaca
Bazen kanatlanıp giden bir kuşa
Bazen insanın silüetine
Bazen sevdiğimiz bir ismin baş harfine
Benzetirdik o beyaz ve pamuksu görüntüleriyle bulutları.
Bazen de gökyüzünün asıl sahipleri olan güzelim kuşları seyre dalardık.
Doğayla baş başa olup da sıkıntı stres yaşamak pek nadirdir. Tabiatın o muhteşem uyumu insanı hayata sıkı sıkıya bağlar. Bir gülü koklamak kendi dalında, papatyayı sevdasına dahil etmek, sabahın kuşluk vaktinde kahvaltıya oturmak, akşam serinliğinde bir pınar başında oturmak...
Hayatımızım cam damarları olan çiçekleri kaldırıp yerine yapma çiçekler koyduk. Yeşilin her tonunu barındıran ağaçların rahatını kaçırıp yerine ışıklandırılmış yapma ağaçlar koyduk. Renklerini çok öteden kirletmeye başladığımız gökkuşağını duvarlara çizere hatırlamaya çalıştık. Yani doğal ve gerçek olan her ne var ise yerine kendi yalanlarımızı koyduk en başta bizler inanarak.
Kentleşme yarışının yanında, gökdelenlerle kaplı bir gökyüzüne sahip olma yarışı da baş göstermekte. O yüzden kentlein blokları arasına sıkışmış insanlar, tabiatın o güzel uyumundan ve ruha hoş gelen dinginliğinde uzaklaştırıldı. Bu da onların strese dayalı bir yaşam sürmelerine neden oldu. Zaten katlı hanelerin oluşmasının temelinde sanayi devrimi yer alır. Sanayileşme arttıkça maalesef kendi gök kubbesinden uzaklaşmaya başladı insanlar. Tüm bunlardan kaynaklı olarak modernizimle beraber artan en büyük hastalıkların başında psikolojik sorunlar gelmekte. Fiziksel olarak sağlıklı bireyler olsa da ruhsal anlamda oldukça fazla yıpranmış bireyler olmaya başladı ve maalesef insanlar doğanın eksikliğinden kaynaklı oluşan boşluğu bazı madde bağımlılıklarıyla doldurulmaya çalışılıyor.
Belki de artık şehirlerde birer “Göğe Bakma Durağı” oluşturulacaktır. Oraya baktıkça kanatlanıp uçmak en büyük hayalimiz olacaktır. Bazen geçmişteki güzel anılara bazen de geleceğin saklı olduğu dağların ardına...