“Göğüme kuş olur musun?” dedim ona “gönlümün yeni filizlenmiş dallarına kon mesela.” “Hiç öyle şey olur mu?” dedi bana masumane bir şekilde tutup öpesim geldi boğarcasına. Bir insan bu kadar mı güzel olur, bu kadar mı şeker düşünür, Allah’ım ya.
“Tamam göğüme kuş olmadın bari göğsüme kurşun ol!” dedim. “Vur ortasından göğsümü akacaksa senin kurşununla aksın kanım, olacaksa senin elinle olsun ölümüm.” “Bu ne biçim sözlerdir böyle!” dedi bana ve ekledi: “Bir daha duymayayım sakın böyle sözleri ağzından. Yaşamak ve yaşatmak dururken ölmek ve öldürmek de neyin nesi?
Bir şelaleden akan su gibi dupduruydu. Şırıl şırıldı güzelliği, ışıl ışıldı gözleri. Kıyamıyordum sevmeye, doyamıyordum takılmaya ona böyle. En karanlık gecede ağan bir yıldız gibiydi. Uçsuz bucaksız bir çölde parlayan serap, bir dağ başında yakılan ateş, bir okyanusta yanan fener gibiydi. Gökte ay, yerde ayın şavkı gibi duruyordu. O sussa ben bir ömür boyu onun suskunluğunu dinleyebilirdim. Bu kadar iddialıydım onu severken. Sahi kim sevebilir ki bir insanı haddinden fazla?
“Kalp saksıma çiçek olur musun?” dedim ona. “Hazandan yeni çıkmış ve yıllarca aşk nadasına bırakılmış olan şu yaban ve yavan gönlüme bahar olur musun?” “Sen benden çok şey olmamı istiyorsun ama ben kimsenin her şeyi olmadım ve olamam da! Kendi bahçemde kuru bir dal gibi hissediyorum kendimi, tarlamda kuru bir ot.”
Anadolu’ya benziyordu; Anadolu’nun toprağına, suyuna, taşına. Kurban olurdum ben onun bir damlacık gözyaşına. Ölürdüm onun kalem kaşına, kirpiğini yumuşuna.
“Ses tellerime değen en güzel melodim olur musun?” dedim ona ve ekledim: “İçimin kapkara olmuş yanına sesinle bir tutam mavilik ve bir deste umut katmaz mısın?” “Çok şey bekleme benden!” dedi. “Kendime hayrım yok sana nasıl olsun?”
Can evimdi. Sığınmıştım ona bir fırtına sonrası. Kuytuluklarımda saklamış olduğum hüznüm, izbelerde beslemiş olduğum karamsarlığım artık yerini aydınlığa ve umuda bırakıyordu. Yıl dört mevsim bahardı, gün yirmi dört saat o da sevdiğim.
“Son bir şey daha söyleyip seni azat edeceğim sürgün yurdundan başka bir sürgün yurduna. İnsan bu âleme gurbetlik diye gönderilir ve bu gurbetliğin her sancısını yüreğinde sahiden santimi santimine yaşarmış. Şimdi son soruya gelelim.” “Olur.” dedi. İçim bir tuhaf oldu. “Ömrüne ömür olarak kabul eder misin beni?” dedim ona. “Rabbim canımdan can versin sana. Bir çiçeğin özsuyu nasılsa sen de bana öylesin. Bir göğün en mavisi, bir çiçeğin en güzel kokulusu, bir suyun en durusu, bir sözün en buğulusu hep sen oluyorsun bana.” “Ne diyeyim. Buluta ‘Çok dolmuşsun sakın ağlama!’ diyebilir mi insan ya da güneşe ‘çok parlak ve sıcaksın!’? Rabbim sana öyle bir kalp vermiş ki hiç durmadan sev diyor dört nala… Süzülerek masmaviliklerde; yârin koynuna doğru, gözlerine, sözlerine. İnsan sevince ne güzel oluyor ve sevilince ne de kahramanı oluyor sevdiğinin.