Harput'da, Buzluk'da: yaylada, Ardıç
Rüzgârın önünde kolsuz, kanatsız...
Kaya inlerinde, dağda, bayırda
Bir öfkeli yılan gibi insafsız
Rüzgârın önünde kolsuz, kanatsız...
Gönlünde dört mevsim bir yeşil sevda
Kızıl tohumları, benek benek taç...
Eğrilir, kırılmaz; tipide, karda
Yalnız dertleşecek birine muhtaç.
Anlat... Ey gönlümü kanatan Ardıç!
Çizdiğin gönülden sızan kan niye?
Kuru nar çiçeği... çocukluk düşü
Bir sararmış defter kimden hediye?
Eski günler, şimdi; kanadında toz
Rüyada çırpınan kelebeklerin...
Ne kadar çok yakın, ne kadar uzak
Yaşadım dediğin saniyelerin...
Bir şeyler, mukadder... bir eylül günü
Düşler denizine düşecek çocuk!
Renkler dalga dalga: ses, ışık ve nur
Yedi kat semadan, Arz: mavi boncuk!
Şimdi toprak:
Bir dost teni sarmakta..
Dostlar:
Fatiha'yla hatır sormakta...
Harput'da, Buzluk'da; yaylada, Ardıç
Rüzgârın önünde kolsuz, kanatsız...
2005 yılında ve yıllarca yazdığı şiirlerle can bulan Dr.Ozan, yıllarca sevenleri, öğrencileri tarafından edebi yad etmeye devam edilecek. Kültür, Sanat, Sağlık camiası 15 Ocak 2021 tarihinde ani sekte-i kalb ile hem bir hekimi hem bir edebi şahsi hem bir babayı hem bir öğretmeni hem de en önemli bir şahsiyeti kaybetti.
Bir yaşama birçok yaşam sığdırmış insan Dr. Ozan. Şiirlerinde, dize getirdi yaşamındaki ezgileri.
Ardıç dalı hayat şifasıydı.
Bir hekim olarak bilirdi ardıç dalının şifasını.
Anadolu'da sıkça yetişen ardıç ağacı birçok medeniyete gölgelik etmişti ki Dr. Ozan da ardıç ağacı gibi gölgesinde binlerce hekimi yetiştirmiş, binlerce gönle ve ruhu gölgesinde ağırlamıştı.
Eski çağlarda dilek ağacı olarak geçen ardıç ağacında yetişen meyvelerin çayı yapılarak tüketilerek şifa olmuştu ki Ardıç dalı programıyla edebi kişiliğini çay saatimize ekleyip dileklerimize hayallerimize öncülük etmişti.
Ardıç ağacı üremek için kuşlara ihtiyaç duyar ya yetiştirdiği birçok hekim ve edebiyata gönül vermiş kişileri de kuş misali kanatlarında sıcacık sarmıştı.
Bu kuşlar, bu öğrencilerdi ki Ağacın dallarından döktüğü tohumları çiğneyip sindirdikten sonra toprağa bıraktıkları gibi edebiyata kazandırmıştı.
Böylece ardıç ağacı yeniden yeşerebilir ki sen bu dünyadan göçsen de Dr. Ozan izinde birçok hekim birçok edebi kişiliği kendi şifan ile yeşerttin.
Meyvesinden tutunda dallarından tohumuna kadar şifa veren ardıç ağacı ki sen Dr. Ozan, tarihi geçmişi çok eski yıllara dayanan senin hekim ve edebi şifan ile binlerce nesle güçlü kokusuyla ardıç ağacı gibi hep örnek olarak yaşayacaksın. İşte Ardıç ağacının şifası kendisinde gizliydi.
Nasıl ki Ozan’ın hekimlik ilmini edebiyatla birleştirerek hem ruha hem gönle hem de bedene işleyen şifası gibi.
PROF.DR. AHMET TEVFİK OZAN KİMDİR?
1953 yılında Harput’ta dünyaya geldi. İlk, Orta ve Lise Öğrenimi’ni Elazığ’da yaptıktan sonra; 1971 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne girdi.
Bir süre okulundan uzak kalan Ahmet Tevfik Ozan, öğrenimini Erzurum ve Kayseri’de tamamlayarak 1986 yılında tıp doktoru oldu.
Zorunlu hizmetini, 1986-1989 yılları arasında Balıkesir’de yapan Ozan, Kayseri’de de bir müddet çalıştıktan sonra memleketi Elazığ’a döndü. Halen Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Türkiye genelinde, sosyal ve kültürel hizmet yapan birçok vakıf ve dernekte aktif görevlerde bulunan Ahmet Tevfik Ozan’ın “şehircilik ve kentleşme” üzerine bilimsel çalışmaları da bulunmaktadır.
Ahmet Tevfik Ozan, şiire lise yıllarında başladı. 1971 de başlayan yazın yaşamı, şiir, düzyazı, makale, karikatürle çeşitli dergi ve gazetelere yansıdı.
Türk Edebiyatı, Töre, Doğuş, Boğaziçi, Devlet, Divan, Yağmur, Erciyes, Kültür ve Sanat, Yeni Düşünce, Konevi, Erguvan, Hedef, Gözyaşı, Mina, Hasret, Çağrı, Nizam-ı Alem , Ana, Gergef, Ülküm, Bozkurt, Liseli Genç gibi çeşitli dergilerde üçyüzü aşkın şiirleri yayınlanan Ozan, “DAĞLARARDI ŞİİRLERİ VE KAİNAT ŞİİRİSTAN” adlı iki yapıtında bu şiirleri toplayarak yayınladı.
Yazarlar Birliği ve İLESAM’ın kayıtlı üyesi olan Ahmet Tevfik Ozan’ın düz yazıları, “ŞİİRDEN TAŞAN SÖZLER” adıyla kitaplaştırılmıştır.
Şiirlerinde halk şiirinin söyleyiş güzelliğiyle birlikte “sevda, aşk, hasret ve ölüm” gibi temaları işleyen şair, dilinin sadeliği ve akıcılığıyla okuyucuları kendi duygu dünyasına çekmektedir.
Okundukça elden bırakılmayacak, dillerde dolaşacak dizelerin sahibidir.
Güçlü bir şiir dili vardır, Özcan Ünlü’nün ifadesiyle “Doğunun güçlü bir şairidir.” Şiirinin metafizik boyutu en belirgin yanıdır.
Şiirinde görünenin ötesindeki “Görünmeyen Evren”e doğru sürekli bir atılım vardır. İlk şiirlerindeki fikir yoğunluğu yerini, zamanla; dil işçiliğine ve düşünce zenginliğine bırakmıştır… Özellikle kullandığı doğal semboller metafizik özellikler içermektedir.
Yunus Emre, Necip Fazıl Kısakürek ve Abdurrahim Karakoç çizgisini zamanla aşarak, kendine özgün sesini yakalamasını bilmiştir.
Vatan ve Allah sevgisi onun şiirlerinin başucu temasıdır.
Serbest tarzda yazdığı şiirleri de en az heceyle yazdıkları kadar başarılıdır.
AYNALARDA BİR ÖMÜR
Aynalar, param parça… dökülmüş yollarıma
Raks eden, ışıl ışıl güneşlerle gel diyor...
Sardığım, yarı şeffaf bir hayal; kollarıma
Bir hayali sevgili; gülüşlerle, gel diyor..
Bir bilseniz; bu yalın ayaklarım, ne kadar
Ne kadar, tuz-buz olmuş ; camlarla boğuşmakta…
İliği boşalır da, gariptir; gene kanar,
Tebessüm, bende belki; halime ağlamakta!..
En nihayet, ufuğun bittiği yerde bir gün
Gölgelerin toprağa düştüğü gibi, sessiz
Yıkılıp kalacağım… çok erken batacak gün...
Kanla kaplı aynalar o gün; sırsız, güneşsiz!..
Ah, şu bin kerre nankör; vefasız muhayyilem
Beni takmış ağına, çarpa çarpa sürükler…
‘‘…Parça parça topla, dik güneşi aynalardan
Ve altında, güneşlen!..’’der, sinsice gülümser...
Her şey, her şey bir yana… ben bunu hak etmişim
Bir lahza bile dönmüş olsaydım semalara
Güneşi görecektim… ben bunu hak etmişim
Ve bir ömür kanamış, şu doymaz aynalara!...
BİNBİR MASAL VE BİR SON
Nasıl yanıp sönerse, gözleri; bir yılanın
Zehrini kusmak için; kıvrılıp, bükülürken..
Öyle olsa, gözlerin... öyle olsa, ne çıkar?
Adımlarım sonu yok yollara dökülürken..
Gülmek mi, ağlamak mı; içimden geçen, bilmem?
Sevsem dünyalar kadar ; nefret etsem, çaresiz..
Her halde, ayrılık var; vicdanımın sesinde
Kavuşmayı bin günah, bekler.. bense, kimsesiz!
Arzumuz; kıştan kalmış, bir kar parçası olsun..
Şu gecikmiş baharın, artık; güneşi doğsun!
Çiğnediğimiz toprak, emsin; can hülyamızı..
Yağmurlar; çamur çamur, rüyaları yoğursun..
Asırlar tüller gibi, üstümüze düşerken
Kapımız hayal meyal çalınsın erken erken
İşte densin, Kâinat!... Haşr'in pençelerinde
Azabın rüzgarıyla günahlar tükenirken...
BİR ESRARLI BEKLEYİŞ
Yüreğim, nihayetsiz çırpınışlarla gün gün
Bir gölge gibi gelen, ölümle kucaklaşır!..
Desem ki; hasret, değil.. korku desem; hiç değil!
Halime, semalardan bir kelime yakışır...
Nice saatler sonra, başım yanıma düşer..
Kirpiklerim çekilir, arza çakılır tak tak!...
Yükselen bir denizdir, uyku; sessiz ve sakin
Ümidim, çırpınarak kıyılara koşacak...
Sonra, sonra; delinir arz, belki bin yerinden
Çekilir sular, toprak; şerha şerha karşımda!...
Beynimde hıçkırıklar, akisleri derinden...
Yıldızların dünyaya çarpanları, başımda!..
Arzda benden başka canlı yok gibi
Sükut da, çığlık da benle beraber...
Beynimde başlıyor, göklerin dibi
Yıldızları, çektiğimden bihaber!...
Yüreğim, nihayetsiz çırpınışlarla gün gün
Bir gölge gibi gelen, ölümle kucaklaşır!
Desem ki; hasret, değil.. korku desem; hiç değil!
Halime, semalardan bir kelime yakışır...
BİR ÖMRE NAZAR
Hangi taştan yontulmuş ,şu garip kafatasım?
Kainat zerre zerre içinde raksediyor...
Buzları tutuşturan bir alev, ihtirasım
Çığlığım, yıldızlardan fezaya aksediyor..
Güz gelmiş; yaprak değil, dökülen hayallerdir
Dün ölmüş, hal perişan, yarın elbet ölecek!
Ortasında zavallı, ben; zavallı, nedendir
Hüngür hüngür ağlasam, herşey bana gülecek..
Zaman; yanımda akan berrak, sessiz bir nehir..
Kenarında oturup beklesem mi diyorum?
Rabbim’in nizamı bu, bir nurlu kayık gelir
İstesem, istemesem bu günü bekliyorum.
Okunmamış bir mektup, yar diyerek koşuyor
Semaya hançer hançer fışkıran alevlere..
Batan gün, ötelerden bir haber mi taşıyor?
Niçin çıkar sokaklar, taş yürekli evlere?
Beyaz bir bulut, akan; bir bitmez yeşil deniz
İki yanımdan her gün, hayallerle haşre dek...
Bu nurani alem ne? Biz, yarabbi nerdeyiz?
Hakikatı emziren rüya ne gün bitecek?..
BİR RÜYA KIZA ŞİİR
Karanlık gökyüzünden, kayan bir yıldız gibi
İnce, titrek çizgiler ..ve ışıklı bir hale
Gözlerin, semaların sırlı denizlerinde
Çırpındıkça düşürdü;gönlümü,halden hale..
Ey ışıktan yontulmuş; şeffaf, narin Rüya Kız!
Günahı anmak bile, aklımdan geçmiyorken
Yalnız seni seyrettim.. ve tarifsiz hülyaya
Dalıp gittim,sessizce..uysalca,erken erken..
Tunçtan heykeller gibi, donuk ve ruhsuz yüzler..
İçinde,belli biri..tüten bir alev gibi
Yaladı kirpiğimi,geçti belli belirsiz..
Ne kirpik,ne de alev; hissetti, sevdiğimi..
Feza ve zaman kadar, nihayetsiz bir boşluk..
İçinde rüzgarlarla boğuşan bir güvercin..
Artık nişane olsun,andığımız o güne..
Ve yüreğe vurulmuş; ince, camdan bir perçin!
Karanlık gökyüzünden kayan bir yıldız gibi
İnce, titrek çizgiler ..ve ışıklı bir hale
Gözlerin, semaların sırlı denizlerinde
Çırpındıkça düşürdü;gönlümü,halden hale..