Bazen kendiniz için değil de başkaları için yaşarsınız.
'Ben' yerine 'biz' olgusu yer eder hayatınızda.
Kendiniz'in bir önemi yoktur.
Varsa yoksa baskalarıdır esas olan...
Yeni şeyler yapmak ya da yeni düşünceler geliştirmek istemezsiniz.
İzlenecek yol sizin hayatınızla doğru orantılı olsa da bunu kendinize itiraf edemezsiniz.
Hayatı ne kadar çok ciddiye alırsanız o kadar çok yıpranırsınız.
Bazen hayatı akışına bırakmak gerekir.
Çünkü hayat bu kadar ciddiyeti ve sorumluluğu almamanız gerektiği gerçeğini her seferinde size mutlaka hatırlatır.
Dünyada üzüntünün yol açmayacağı hiçbir hastalık yoktur.
Bu hayatta kendinizi ne kadar çok kahrederseniz o kadar çok kaybedersiniz.
Ve kaybedeceğiniz tek şey de sağlığınız olmaz.
Psikolojik bir yılgınlık ve tükenmişlik sizi umutsuzluğa sevk etmekle kalmaz, 'yarın' olgunuza da en büyük darbeyi vurur.
Hayata hep 1-0 geride başlamak daha çok çalışmanız gerektiğine ve daha fazla yıpranmanıza sebep olur.
Üzülmekten ve başkaları için kendinizi heder etmekten vazgeçin.
Bu hayatta ikinci bir şansınız asla olmayacak.
Bu gerçeği idrak ettiğinizde, bir takım adımlar atmanız gerektiğini de kavramış olacaksınız.
Bir arkadaşım içinde bulunduğu durumu şu ilginç cümlelerle özetliyordu: "Benim için mutluluk denen şey bana artık çok uzak. Bu gerçeği biliyorum.
Bu nedenle artık bu hayatta kendim için hiçbir şey yapmak içimden gelmiyor.
Çünkü olmayacağını biliyorum.
Bu gerçeği fark etmeye başladığımda da kendimden vazgeçtim.
Ben bu hayatta mutlu olamadım, bari sevdiklerim mutlu olsun anlayışına sımsıkı sarıldım.
Öylesine sarıldım ki, bu anlayış benim hayat felsefem oldu.
Artık onlar için yaşıyorum.
Onlar mutlu olsun diye kendimden, hayatımdan vazgeçtim, fedakarlıkları hep sevdiklerim için yaptım, yapıyorum. 'Ben' diye birşey kalmadı hayatımda.
Bu çok acı belki ama gerçek bu..." demişti.
Dilim döndüğünce ona yanlış düşündüğünü anlatmaya çalıştım ama bazı kalıplaşmış ve içte yer etmiş şeyleri kırmak o kadar zor ki...
Hayata kendini kapatmış, şartlandırmış birini hayata geri kazandırmak sandığınızdan da zor olabiliyor.
"Senin duyguların yok mu?
Aşık olmak, sevdiğinle vakit geçirmek, onunla bir ömrü paylaşmak, görmediğin yerleri görmek, sevdiğin yemekleri yemek, istediğin şeyleri giymek, baba olmak, sevişmek, takdir edilmek... senin için önemsiz şeyler mi?" demiştim ona...
"Bunların olmayacağını biliyorum.
Bu sebeple de olmayacak şeyler üzerinde kafa yormuyorum.
Ben kaderimi kabullendim.
Güneş benim için doğmayacak, bu gerçeği benimsedim artık..." diyordu sonrasında...
Böyle bir haleti ruhiyeyi hayata yeniden kazandırmak çok kolay değil.
Umutsuz vaka söylemini haklı çıkarır.
Saplantı derecesinde bir duyguya sımsıkı sarılmak o kadar korkunç ki...
Psikologları bu sebeple çok önemserim.
İyi bir psikolog bu tür insanları hayata yeniden kazandırabilir.
Hayatta buna benzer o kadar çok örnek var ki...
Psikiyatri servislerindeki yığılma ve anti depresan ilaç kullanımındaki artışlar meselenin hafife alınmaması gerektiği gerçeğini gözler önüne seriyor...
Kafanızı çevirdiğiniz her yerde bulabilirsiniz bu insanları.
Ama bakmakla göremezsiniz.
Onların dünyalarına girmek ve o dünyadan çekip çıkarmak gerekir onları...
Aslolan sizsiniz.
Yaşadığınız için varsınız ve hayat sizi de mutlu edebilecek kadar büyük ve geniş.
Mutluluk sadece başkalarına tanınmış bir hak değildir.
Bu hastalıklı anlayıştan kendinizi kurtarın.
Bu hayatta size de her zaman bir yer mutlaka vardır.
Unutmayın ki, her insan bir hazine, bir dünyadır...