Can Yücel’in çok meşhur bir şiiri vardır.
“Bu hayatta ben en çok babamı sevdim”
dizesiyle başlayıp sürüp gider.

Onu okuyup da etkilenmeyen pek yoktur herhalde.

Şiirler öyledir genelde.

Yani güzelliklerin yanında ruhumuzu acıtan, yüreğimizde yankılanıp duran öyle duygular olur ki dile getirilemeyen, ifade edilemeyen…
Bunu nasıl anlatabilirim diye düşününce bir şiir çıkar karşımıza ve dile getiremediğimiz hangi duygu ise bir bakmışız ki şair onu bizim yerimize ifade etmiş bile.

Şairin ve sözün böyle bir gücü vardır. Seni sana anlatmak…

Bundan tam 14 yıl önce bir mayıs ayının 14’ü de benim için; böylesi duyguların içime dolduğu, dolup taştığı ve boğmaya başladığı bir gündü.
Aslında çocukluğumun son günüydü, yaşım çocuk olmasa da...
Nasıl ifade edilir ki?…
Tarifi imkansız ama…
Güneş, daha önce böyle kavurmamıştı tenimi.

Gök, sanki maviliğinden sıyrılıp sadece karanlığı örtünmüştü.

Güller, solmuş; bülbüller, suskunluğa bürünmüştü.

İçime çektiğim her nefes kırık çam parçası misali batıyordu.

Kelimeler terk etmişti zihnimi ve lal bir hâle bürünmüştü dilim.

Duygularım yoğun, sözcüklerim yorgun.

İçimde coşup taşan duygular dalga misali gelip kayalıklara çarpa çarpa yorgun düşürmüştü beni.
İşte o gün anladım, mevsimlerin aslında yaşanılan ruh haline göre anlam kazandığını.

Dört mevsim diye söylense de herkesin gönlünde farklı farklı isimlerle yer alan apayrı bir mevsim bulunmaktadır.

Bugün her ne kadar bir hasretliğin bitmek bilmeyen yakıcılığının yüreğime atıldığı gün olsa da onun hüznünü azaltan olay ise “Anneler Günü”ne denk gelmesidir.

Hayattaki en güçlü varlık kimdir diye sorulsa bunun tek cevabı olur: “Anne”
Çocukları için kendinden vazgeçebilen kutsal bir varlıktır anne!
Yuvayı yapan dişi kuştur derler de aslında öyle değil. Yuvayı baba yapar, kurar ama onu yaşatan annedir. Annenin yokluğu cennettin eksikliğidir bu dünyada.

O var olduğu müddetçe evde cennetin kokusu eksik olmaz.
Gülüşü cennet, gözyaşı cehennem, varlığı bir huzur…

Kırsal bölgede doğup büyüyen benim gibi insanların çocukken annelerine aldıkları ilk hediye, kırlardan topladığı rengarenk çiçeklerdir. Pembe, sarı, kırmızı, beyaz...
Baharda pencereyi açtığınızda içeriye dolar hemen o güzelim çiçek kokusuna bürünmüş bahar havası. Bizler için de tabiatın bu güzelliklerini annelerimize hediye olarak vermek çok önemli bir şeydi. Gerçi onlar için alınan hediyeler değil onlara verilen değer önemlidir. Çok sonraları öğrenmiştim, cennet kokan birine güzel kokulu bir çiçeği hediye etmenin ne kadar boş bir uğraş olduğunu.

Yakın zamanda yaşanılan bir felaket sonrası birçok kişi sevdiklerini özellikle annesini ve babasını kaybetti. Bu hassasiyete dikkat ederek yapalım paylaşımlarımızı lütfen.
Ondan sonra da kırlardaki çiçeklerden toplayıp gönlünü hoş tutmaya çalıştığımız annemiz, hâlâ hanemizin başköşesindeki yerindeyse, soframızın bereketiyse şükretmeyi unutmayalım.

Baharlar yıllardan beridir içimde bir hazanı yaşatmaktadır bana. Açan çiçeklere duyarsız, kuşların cıvıltılarına sağır…
Bir yanım eksik olsa da diğer yanım hâlâ ayakta ve bir mum misali bizleri aydınlatıp yol göstermeye devam ediyor kendisi tükense de…

Hayatımız boyunca sahip olduğumuz güzelliklerin kıymetini bilelim ve şükür kelimesini lügatın sayfalarının arasına bakarak değil onu yaşayarak anlayalım…

Yazının başında bir şiirden bahsetmiştim. O şiirin sahibi olan ve babasına çokça şiir yazan Can Yücel’e sorarlar.
“Neden sadece babanıza şiir yazıyorsunuz da annenize yazmıyorsunuz?”
Cevabını da yine bir şair lisanıyla verir.
“Anneme şiir yazacak kadar büyük şair değilim!”
Ne denilerbilir ki!…
Annenize şiir yazamayabilirsiniz, ona benzer güzel sözleri de yan yana getiremeyebilirsiniz fakat onu sevdiğinizi ve ona değer verdiğinizi gösterebilirsiniz.
Unutmayın!
Hissettirilmeyen ve gösterilmeyen sevginin hiçbir anlamı olmaz!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol