Sanatçılar her ne kadar kendi duygularını, hasretlerini, sevinçlerini, üzüntülerini eserlerinde ortaya koymaya çalışsa da aslında birçoğumuzun duygularına tercüman olmuştur bilmeden.
Bir romanın sayfalarında sözcüklerin üstüne basarak gezinirken kendimizi o eserin kahramanı olarak görebiliriz.
Bir şiirin dizelerinde anlamlar ararken gönlümüzde dolup taşan ama sessiz çığlıklar atan duyguların kelimelere dökülmüş halini görebiliriz.
Bir türkünün melodisi de bizleri zamanın içerisinde yolculuğa çıkarabilir. Türkülerin asırlar boyunca dinlenilegelmesi ve herkeste bir parça olsun etki bırakmasına sebep de ortaya konan ortak payda değil midir? Tüm bunlardan da anlaşılacağı gibi acılarımızın da sevinçlerimizin de bazen sırlarımızın da gizli bir aşikar halini görürüz ortaya konulan herhangi eserde.
Okumak bu yönüyle aslında üzerimizdeki ağır duyguların başkalarınca taşındığını görmemizi sağlar.
Bazen kendi iç dünyamıza bir yolculuk yaparız okunan bir romanda veya hikayede ancak bu yolculuk esnasında otobüsün cam kenarında biz otururuz ve yolculuk boyunca kendimizi başkasının gözünden izleriz.
Böyle olunca da bakış açımız, yorumlama gücümüz, eleştirel bir gözle bakabilme yetimiz gelişim gösterir.
Empati kurmaya başlarız ki hayatta empati kurabilmek bence birçok sorunun ortdan kaldırılmasını sağlayacaktır.
Teknolojinin bizden aldığı en önemli şeylerden bir tanesi de hayallerimizdir bana göre.
Teknoloji geliştikçe, zaman ilerledikçe hayallerimiz küçüldü ve bizden önce yitip gittiler.
Shakespeare’in şu sözü her zaman asılıdır zihnimin bir yerinde.
“Önce hayaller ölür sonra insanlar.”
Çünkü hayallere ulaşmak için mücadele verilir ve yaşanılan acı, mutluluk, gözyaşı, gülümseme yaşamın devam ettiğini bize gösterir.
Bu duyguları hissedebiliyorsak, nefes almak kadar gereklidir, yaşıyor demektir.
Bizler, bir sanallığın içinde yitip gidiyoruz; o mecrayı da gerçek hayat olarak algılıyoruz ve bununla beraber oranın önümüze koyduklarıyla bize ait olmayan hayatları yaşamak gibi bir amaç peşinde koşuyoruz.
Başkalarının cümleleriyle konuşup onlar gibi düşünüyoruz, onların hayalleri peşinde sürükleniyoruz ve bunları yaparak kendimiz olmaya çalışıyoruz.
Aslında farkında bile olmadan yavaş yavaş yitirip kendimizi herkesleşiyoruz.
Her şair aynı dilin olanaklarından yararlanır, aynı kelimeleri kullanır kendi eserini icra ederken ama okunduğu zaman her birinden farklı farklı tatlar alırız.
Bunun temel sebebi hepsinin kelimeleri kendi elleriyle tutup, kendi yüreğinde harmanlayıp, kendi sesiyle şakımasıdır.
Elbet de öykündükleri veya üstad olarak gördükleri birileri vardır ancak zamanla kendi seslerini duymaya başlamışlardır.
İlk defa yürünülen yolda bizden önce bırakılan ayak izlerini takip ederiz fakat bir süre sonra kendi ayak izlerimizi oluştururuz.
Okumak da dinlemek de hayata dair var olan düşünceleri görmemizi sağlar. Bunlardan alabileceğimizi alıp onlardan yeni şeyler de ortaya koyabiliriz.
Çek perdeleri, aç pencereyi ne görüyorsan onu anlat.
Herkesten farklı şeyler görüp fatklı şeyler hissedip farklı sözcükler kullandığını göreceksin!
Sadece cesaret edip o perdeyi aralamakla başlarsan o zaman farkına varırsın her çiçeğin aynı kokmadığını, her ağacın aynı meyveyi vermediğini, her kuşun farklı öttüğünü, esen her rüzgârın aynı olmadığını, gökyüzünü mesken tutan bulutların aynı olmadığını, göğe asılan yıldızların aynı mesafede olmadığını, ayın görüntüsünün her gün değiştiğini…