Gazete yazarlığı biraz cesaret işidir..

Etliye sütlüye karışmadan böyle düz mantık yazılar pek ilgimi çekmez..

Dönemin siyasilerini, bürokratlarını milletvekillerini eleştiren, haklıyı haksızdan ayıran, haksızlık karşısında susmayan kalemleri çok severim..

Ancak biz yazarlardan daha çok, rakip siyasi partilerin sözcülerinin ya da medya meraklısı siyasetçilerinin çok öfkeli söylemlerle birbirlerini yerdiklerini her gün görüyoruz ya da okuyoruz..

Ama ne üslup, ne mantık süzgeci ne de bilgi kırıntısı var bu söylemlerde..

Biliyoruz ki bu kavgacı tavırlar bizlerin geçmişinde de vardı, şimdi de var eminim ki gelecekte de var olacaktır..

Eski de nükteler vardı, şimdilerde dümdüz hakaret, ayrıştırma, toplumsal nefret..

Bu açıdan bakınca eskinin en iyi örneklerini Nef’î’den öğrenebiliriz..

Nef’î Onaltıcı yüzyılın sonları ve onyedinci yüzyılın ilk yarısında yaşamış, döneminin en usta şairlerindendir.

Bana göre hiciv sanatının doruk noktasıdır..

Kalemi keskin, zekası kıvraktır..

Övdüğünü çok yüceltir, yerdiğini yerin dibine sokar..

Hesapsız kitapsız bir kişiliği bünyesinde barındırır..

Öyle bir çağda yaşamıştır ki, devrindeki bütün bürokratik çevre hep liyakatsiz kişiliklerden oluşuyordu..

Nef’î, belki şiirlerinde devrin liyakatsiz büyüklerini övmek zorunda kalmasının isyanıyla hudutsuz bir çizgi seyretmiştir..

Zamanının şaşaalı ancak çürümüş bürokrasisi içinde övülecek kimselerin olmaması yanlış zamanda ve yanlış yerde olmanın  iç huzursuzluğu eşliğinde insanlarla dalga geçer gibi ama kaliteli hicivler kaleme almıştır..

Babasını dahi yermekte beis görmemiştir..

Zengin babasının kendilerini terk edip Kırım Hanı’nın bürokratı olmasını şu sözlerle hicvetmiştir..;

"Saadet ile nedim olalı peder Han'a

Ne mercimek görür oldu gözüm ne tarhana

Peder değil bu bela-yı siyahdur başa

Sözüm yirinde nola güç gelür ise Han'a

Benim züğürtlük ile ellerüm taş altında

Muzahrafatın o dürr ü güher satar Han'a"

Günümüz Türkçesi ile şöyle der babasına Nef’i..

"Babam saadetle Kırım Hanı'na nedim olalı gözüm ne mercimek ne tarhana görür oldu. Baba değil bu başımın kara belasıdır. Sözüm Han'ı gücendirse bile yerinde sözdür. Ben yoksulluğun sıkıntısını çekerken, babam saçma sapan şiirlerini inciymiş, mücevhermiş gibi Han'a satmaktadır"

Dönemin Şeyhülislamı Yahya Efendi şair Nefi'yi Cahiliye'nin İmri'ül Kays'ına benzetip onun için, hem över hem de ona kâfir imasında bulunarak şöyle yazar..;

"Şimdi hayli sühanveran içre,

Nef'i mâ'nendi var mı bir şair,

Sözleri Seba'-i Mu'allakadır,

İmriü'l Kays kendidür kafir"

Türkçe Manası;

“imdi bir sürü söz ustası arasında Nef'i'nin benzeri bir şair var mı? Sanki sözleri yedi askıdır (İslam öncesi Kâbe'ye asılan kıymetli şiirler) ve kâfir İmriü'l Kays kendisidir.”

Yahya Efendi Nef’i için  "O kâfirdir" anlamına gelen bu şiiri yazınca da şu cevabı alır:

“Bize kafir demiş Müfti Efendi

Tutalım ben diyem ona Müselman

Varıldıkta yarın Ruz-ı Ceza’ya

İkimiz de çıkarız orda yalan”

Nef’î’nin hiciv oklarından nasibini alanlardan biri de devrin kadılarından Tahir Efendi’dir. Tahir Efendi, nasıl bir gaflette bulunduysa Nef’î’ye “köpek” diyecek olmuş. Nef’î bu, durur mu, hemen döküvermiş mısraları kâğıda:

“Tâhir Efendi bana kelp demiş,

İltifâtı, bu sözde zâhirdir.

Mâlikî, benim mezhebim zirâ…

İtikâdımca kelp, tâhirdir.”

Bunu günümüz Türkçesine çevirmeye bile gerek yok gayet açık ve net..

Birgün IV. Murat, Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sını okurken ayağının dibine yıldırım düşmüş, bu durumu olumsuz yorumlayan padişah, Nef’i’ye bir daha bu kadar kuvvetli hicivler yazmayı yasaklamıştır.

Nef’î Padişah’a verdiği sözü unutur ve dönemin Sadrazamı Gürcü Mehmet Paşa’yı hiç sevmediğinden onun için de şöyle yazar;

"..Zihi husran-ı din ü devlet ü neng-i müsülmani

K'ola bir div-i hünsa malik-i mülk-i Süleymani

Gürcü hınzıri a samsun-ı mu'azzam a köpek

Kanda sen kanda nigehbani-i âlem a köpek.."

Günümüz Türkçesi ile;

"Erkek mi kadın mı olduğu belirsiz bir şeytan Süleyman'ın mührüne sahip olsun. Din ve Müslümanlık açısından bu ne büyük acıdır. Gürcü domuzu, a koca zağar köpek... Sen kimsin, ülkeyi yönetmek kimdir"

İşte böyle bir ortamın verdiği iç sızıntılarının sorunsalı içinde övgü ve yergiyi birbirine karıştırmış, sonunda dilinin kurbanı olmuş, padişah fermanıyla öldürülmüştür..

Dilinizin kurbanı olmamak için biraz tecrübe, biraz da tarih bilginiz olsun..

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol