Saflığımızı nerede yitirdik?
Bizim toplulumuz ve dünyadaki diğer medeniyetler birçok insani özelliğini yitireli çok uzun zaman olmasa da etkisi ve olumsuz sonuçları son derece hızlı ve yıkıcı bir şekilde yayılıyor.
Bedenlerden önce ruhlarımızı, vicdanlarımızı, merhametimizi gömdük toprağa.
O kadar derine gömdük ki istesek de ulaşamaz olduk…
İnsanın saflığının en yüksek noktası çocukluk dönemidir.
O saflık ve temizlik büyümeyle ters orantılı bir şekilde değişim gösteriyor hayat boyunca.
Kişi büyüdükçe, olgunlaştıkça insani değerlerinin bir kısmını kaybediveriyor fakat bunlar onu hayata tutunduran asıl özelliklerdir aslında. Belki de bundandır zaman geçtikçe maziye ve çocukluğa duyulan özlem…
“İnsan evrende gövdesi kadar değil yüreği kadar yer kaplar.”
Diye ifade etmiş Yaşar Kemal, insanın bu hayatta nasıl var olabileceğini.
Yüreğimizin büyüklüğü ve taşıdığı değerler ölçütünde var oluruz bu hayatta.
Orada ne kök salmışsa iyi veya kötü adına eylemlerimizin ve söylemlerimizin rengini, kokusunu, tadını oluşturur. İçinizdeki çocuğun ömrü ne kadar uzun olursa hayatın anlamı o kadar güzel kalmaya devam eder.
Hırslarından arındırılmış bir gönül…
İfade etmeye çalıştığım saflığını henüz yitirmemiş olan bir çocuk…
Okulun Beden Eğitimi dersinde spor salonunda yapılan bir etkinlikte öğrenciler gruplara ayrılarak küçük bir koşu yarışması düzenleniyor ve mini bir parkur kurulmuş.
Parkura başlayıp bitiren öğrenci tekrar başa dönüp arkadaşının eline dokunarak onun da aynı şekilde parkuru tamamlamasını bekliyor.
Bu şekilde eğlenceli bir etkinlik yapılıyor.
İki gruptan birinin son yarışmacısı diğerlerinden biraz daha farklı çünkü onun parkuru tamamlayabilmesi için bir arkadaşının yardımına ihtiyacı var.
Başkasının adımlarına ihtiyacı var…
Burada en baştan beri ifade etmeye çalıştığım küçük bedenine sığdırdığı koca yürekli bir çocuk ortaya çıkıyor.
Tekerlekli sandalyesiyle sırasını bekleyen arkadaşından hemen önce kendisi sırasını bekliyor. Parkuru tamamlayan diğer arkadaşının gelmesini beklerken ikisinin de heyecanını o yaşıyor adeta.
Kendi sırası gelince var gücüyle koşup başa dönüyor ve hemen arkadaşının tekerlekli sandalyesini itmeye başlıyor.
O parkur anında engelli arkadaşının mutluluğu herkese sirayet ediyor.
O an zaten koşmayıp kanatlanmış iki melek var sahnede. Birinin yürümesini sağlaması gereken ayaklarının yerine iki kanadı varken bir diğeri ise kendi ayaklarını bir başkasının için kullanırken kanatlanan ayrı bir melek…
O an asıl erdemin başkasının hüznüne ortak olmanın değil, bir başkasının mutluluğuna ortak olmanın olduğunu gösteriyor bizlere.
Bu saflığı, temizliği,merhameti taşıyan bir yürek zamanla nasıl oluyor da bencil ve vurdumduymaz bir hal alabiliyor?
Aslında hepimizin bunda biraz da olsa suçu var. Önce iğneyi kullanmalıyız ki çıvaldızı kullanmaya yüzümüz olsun.
Çocuklarımıza hayattaki en önemli şeyin insani değerler olduğunu söylemeli ve yaşantımızla da bunu ona aktarmalıyız. Sadece maddiyata bağlı bir yaşamın bir noktadan sonra insanı tatminsizleştirdiğini anlatmalıyız. Vicdanın içinde bulunan o merhamet cevherini en saf şekilde taşıdıklarının bilincine varıp onu uzun süre muhafaza etmelerini sağlamak için yol gösterici olmalıyız.
Eğer bu hayatta bir isim bırakmak istiyorsanız geride mal mülk yerine güzel bir evlat, güzel bir nesil bırakmanız yapabileceğiniz en güzel şey olur. Asıl yatırımın insana yapılmasını gerektiğini unutmayalım çünkü o gün gelecek size veya topluma geri dönecektir.
Son olarak her ne kadar hayatımız boyunca çocuklara bir şeyler öğretme çabası içerisinde olsak da aslında onlardan da çok şey öğrenmemiz gerektiğini unutmayalım…
İçinizdeki çocuğu hep diri ve heyecanlı tutmaya çalışın ve ona kulak verin; o zaman aslında nelerin değerli olduğunu göreceksiniz!!!