Bazı özel nedenlerden dolayı sizlerden bir süre uzak kaldım. Bu uzun aradan sonra tekrar siz değerli okuyucularla bir arada olmak benim açımdan paha biçilemez.
İyi ki varsınız...
Bu duygusal girişten sonra konuya keskin bir giriş yapıp "Vira Bismillah" diyelim:
Elazığ'daki iş hayatı sancılı bir süreç yaşıyor. Birçok şirket ve fabrika asgari ücretin artışıyla birlikte küçülmeye giderek eleman çıkarmaya başladılar. Hatta bazıları iş alamadıklarını gerekçe göstererek çalışanlarını ücretsiz izne ayırdı. Bu sürecin uzadığı, haftalarca sürdüğü yerler var.
İş yoğunluğunun kısmen olduğu bazı şirketler de, personellerine mobing baskı uyguluyor ve onları zaman zaman zorunlu mesaiye tabi tutuyor. Geçtiğimiz yıllarda daha sıklıkla yaşanan bu durum şimdilerde azalmış görünse de yer yer devam ediyor.
Üstelik bu zorunlu mesai, bazen geç saatlere kadar da sürebiliyor.
Bu durum çalışanları bıktırdığı gibi, özel hayatlarını da yok etme noktasına getiriyor.
Kimsenin onların da bir aile hayatları olduğu gerçeğini hatırladıkları yok...
Bazı Avrupa ülkeleri günlük çalışma saatlerini düşürüp, haftalık çalışma günlerini de 4 güne indirirken, bizimkiler daha fazla kazanma adına her yolu deniyor, her imkanı zorluyorlar.
Aileye zaman ayırmanın önemine vurgu yapan bu tür girişimlerin bizde karşılık bulmaması hayli düşündürücü...
Bazı çalışanlar ise 03 koduyla yani kendi isteğiyle işten istifa ettirilmiş gösterilerek çıkarılıyorlar.
Bu çıkışı 04 koduyla verip çalışanın doğacak yasal kıdem ve ihbar tazminat hak edişiyle uğraşmak istemeyen yöneticiler, kendilerince en güvenli yol olarak istifa seçeneğini kullanıp, çalışanın işsizlik ödeneğinden yararlanma yolunu da böylece tıkıyorlar.
Şirket yöneticileri arasında da ciddi anlamda bir güç zehirlenmesi yaşanıyor. Çalışanlar, patronların bu güç zehirlenmesi arasında bocalayıp duruyorlar.
Bu durum pek çok çalışana da iş bıraktırıyor.
"İşçiysek köle de değiliz ya" diyordu iş bırakanlar. Haksız da sayılmazlar
Düşünsenize, her şeyin ateş pahası olduğu bu zorlu süreçte işsiz kalmak en son düşünülecek şey iken, bunu bile göze alıp kendi isteğiyle, beş parasız işten ayrılmak, üstelik asgari ücretin arttığı şu günlerde, hiçbir çalışanın tercih edebileceği bir şey değil...
Benzer uygulamalar maalesef birçok özel sektörde uygulanıyor. Çeşitli mobing baskıların uygulandığı, hiyerarşik düzenin kale alınmadığı, hizipleşmenin yaygın olduğu, bu tür şirketlerde benzer sorunların hayli fazla olduğunu görüyoruz.
Çalışanların süreklilik ve kalıcılık durumlarına baktığınızda ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Zira çok sık personel değişimi yaşanıyor.
Bu tür yerlerde uzun yıllardır çalışmakta olan personellerin sayısı oldukça az.
Bu da kalifiye eleman sayısının azlığının ve verimli olmanın önündeki en büyük engel...
Herkes şapkasını önüne koyup sağlıklı bir şekilde kendi özeleştirisini yapabilmeli. Daha yapıcı bir bakış açısıyla düşünüp bu tür sorunların üzerine gidilmeli ve bu anlamda gereken somut adımların atılması sağlanmalı...
Maksadım işverenleri kötülemek değil elbette. Zira işini layıkıyla yapanlar da var.
Ama gözünü para hırsı bürümüş, birilerine yalakalık yapmayı alışkanlık haline getirmiş bazı yöneticiler, bunu çalışanın geleceğinden ve ekmeğinden çalarak 'ah' almaya devam ediyorlar.
Çalışanlar hakaretlerinize boyun eğmek, aşağılamalarınızı sineye çekmek, yılışık tavırlarınıza da katlanmak zorunda değiller. Onlar sizin köleniz, stres topunuz ya da tapulu malınız değiller.
"Parasını ben veriyorum, dolaysıyla üzerinde her türlü hakka da sahibim" hastalığı, tedaviye muhtaç, kalıcı bir ruhsal rahatsızlıktır, net...
"Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum diye?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum..."
der Mehmet Akif Ersoy...