Bir yıldan beri bütün dünyayı etkisi altına alan corona virüsün, insanların bazı değerlerin kıymetini bilmesi adına kısmen olumlu bir süreç olabileceğini düşünmüştüm ancak geçen bu süre zarfında o düşünceme olan inancım tuz misali eriyip tükenmekte...
Televizyonda haberler artık izlenmez oldu.
Haber programları, dizi filmler, gündüz kuşağı programları iğrenç ve korkunç bir seviyede.
Sosyal medya artık iğrenç bir mecra haline dönüştü.
Herkes her şeyi yapmakta özgür olduğunu düşünmekte fakat o özgürlük o kadar fazla değerimizi ayakları altına alarak büyüdüğü için elimizde, kire pasa bulanmış ikinci el bir şekilde tutuyoruz onu.
O kirli ellerimizle etrafa dokunuyoruz ve güzel olan her şeyi hızlı bir şekilde kirletiyoruz...
Etrafınıza baktığınız zaman bunları görebilirsiniz....
İnsanların!
Bir çiçeği koklayışına...
Bir kuşa dokunuşuna...
Kullandığı kelimelere...
Büyüklerine olan saygısına...
Küçüklerine olan sevgisine...
Çocuklara karşı tavırlarına...
Kadınlara nasıl davrandığına...
Daha bunun gibi birçok özelliğine bakarak merhametini ölçebilirsiniz.
Dünyanın hemen her köşesinde kendinden güçsüz bir canlıya eziyet eden insanlar var ve bunların hangi dine mensup olduğu veya hangi ırktan geldiği çok da önemli değil aslında.
Vicdanının üzerine çoktan toprak atılmış birinin kim veya nereli olduğu hiç de önemli değil.
Hayvanlara yapılan eziyetler, insanların hakir görülmesi, kendinden olmayana kibirli gözlerle bakma...
Güne insanlık dışı bir olayla başlamak gerçekten çok üzücü.
Eşini, sokak ortasında çocuğunun gözlerini önünde öldüresiye döven birinin söylediği hiçbir sözün geçerliliği yoktur benim nazarımda.
Öyle bir dinin mensubuyuz ki kadınlar bizlere peygamberimiz tarafından emanet edilmiştir.
Bizler ise müşrikler tarafından “El emin” diye bir sıfatla anılan peygamberimizin emanetine hıyanet ettik.
Sadece nefsimizin kulağımıza fısıldadıklarına kulak kesildik ve duymamız gereken asıl sözlere kulağımızı tıkadık...
Komşumuza sırtımızı döndük, kardeşimizi hasım belledik, anne ve babamızı kapı dışarı ettik, çocuklarımıza bir tebessümü çok gördük, haramı helale tercih ettik, “biz”den kopup “ben”liğe doğru yol aldık, Allah’ın selamını herkesten esirgedik...
Hemen her şeyin geliştiği ve en mükemmel seviyeye ulaştığı bir çağda maalesef insanlık, bırakın yerinde saymayı git gide bataklığın dibine doğru yol aldı. Üstelik kurtulmak için çırpınsa da kimse dönüp bakmadı bile...
Coğrafya nasıl kaderse, insanlık da artık coğrafyaya bağlı hale geldi.
Bir insanın canı, yaşadığı coğrafyaya, teninin rengine ve mensup olduğu dine göre değer kazanır oldu.
Böyle olunca da bir kadının öldürülmesi, bir çocuğun şiddete maruz kalması ancak yaşanılan coğrafyaya göre değer görüp tepki gösterilir oldu.
Herkes şimdi “Kadına şiddete hayır!” gibi sloganları pelesenk edecektir dillerine veya cümlelerine.
Herkes artık adamakıllı bir kanunun çıkarılmasını söyleyecektir fakat kimse bu durumu düzeltmeye kendinden başlamayı düşünmeyecek.
Aynayı kendimize doğru tutabilsek birçok şeyi düzeltebileceğimize inanıyorum.
Herkes eşine, çocuğuna, annesine, babasına, komşusuna, dostuna insan gibi davranmayı becerebilse zaten bu tarz kanunlara gerek kalmayacaktır.
Ancak bu olayları sadece “kınamak”la bir sonuca varamayız.
Mutlaka bir adım atmalıyız ama öncelikle bu adımı kendi vicdanımızın o uçsuz bucaksız yollarında atmalıyız...
Yani bir erkeğin adamlığı bilek gücüyle değil, vicdanıyla ölçülür!!!
Neşet Ertaş’ın şu sözünü aklımızdan çıkarmazsak birçok şey düzelecektir eminim ve insana, kadına, çocuğa, yaşlıya, hayvana vereceğimiz değer artacaktır.
“Kadınlar insandır, bizler ise insanoğlu.”