Muharrem Sarıkaya – güya – bir gazeteci…
Ekranda haktan hukuktan bahseder, ekran arkasında basın emekçisini tokatlar.
Yandı gülüm keten helva.
Kibrin ekrandaki yüzü bir basın emekçisini hem de bir büyükşehir belediye başkanının gözleri önünde tokatladı.
Bu ne vicdana ne ahlaka ne de insanlık onuruna sığar.
Şiddetle kınıyorum bu şiddeti.
Ekranda insan haklarından dem vuran ve alın terini savunan zatışerif (!) tenhada basın çalışanını tokatlıyor.
Bu adam ortaya koyduğu bu şiddetle maşeri vicdanı kanattı.
Tampon tutmaz bu kanama öyle özürle falan da durmaz.
Bu bir şiddettir ve buna itiraz ediyorum ve şiddetin failini kınıyorum.
Fiziki şiddet suçtur.
Bunu makam mevki kullanarak yapmak da adil değildir.
Muhatabınızsa ekmeğinden korktuğu için size bir mukabelede bulunamıyor.
Oturduğunuz koltuk ve o koltuğun size vermiş olduğu hakla karşınızdaki herkese hakaret edeceğiniz, şiddet uygulayacağınız anlamını çıkartmayın.
O koltuk çekilir altınızdan, o silah alınır elinizden ve sizin de bir farkınız kalmaz makamı olmayandan.
Her şeyi bir kenara bırakın bu insanlık onuruna da yakışmıyor.
İnsan olmak kolay insan kalabilmek çok zor, inanın.
Ayrıca söz konusu belediye başkanı da hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına devam ediyor.
Bu da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu diye düşünüyorum.
Huzurunuzda bir emekçiye hakaret ediliyorsa müdahele etmeniz gerekir.
İşte o zaman bu toplum sizi ve sizin gibileri baştacı yapar.
Başkanın o anki tepkisizliği de söz konusu gazetecinin tavrı gibi gayet sinir bozucuydu.
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü gösterişten arınacak varlıktan vazgeçecektir.
Derviş usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
“Vur usturayı berber efendi.” der.
Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar.
Derviş bir yandan da aynada kendini takip etmektedir.
Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak: “Kalk bakalım kabak derviş, kalk da tıraşımızı olalım.” diye kükrer.
Dervişlik bu.
Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup fakat korkmuştur.
Ne de olsa mahallenin kabadayısı, elinde silah astığı astık kestiği kestik.
“Ne diyorsak o!” diye ortalıkta dolaşan bir belalı.
Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında sürekli aşağılar dervişi, onunla alay eder.
“Kabak aşağı, kabak yukarı!” diye konuşur durur.
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.
Kabadayı oracığa yığılıp kalır.
Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.
Berberse şaşkın; bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyari sorar: “Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: “Vallahi gücenmemiştim ona.
Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın da bir sahibi var.
O gücenmiş olmalı!”
Emin olun tokat yiyen o basın emekçisinin de bir sahibi vardır.
O affetse de sözde gazeteciyi sahibi affetmeyecektir illaki.