Yapılan bir zülme karşı gözlerinizi sıkıca kapatabilirsiniz, insanların yaşadıkları zulüm karşısındaki feryatlarına kulaklarınızı tıkayabilirsiniz ancak hâlâ bir vicdan taşıyorsanız işte orasını susturamanız pek mümkün değildir. Kaç kapının ardına gizlenirseniz gizlenin, gelip kapınızı çalacaktır yorulmadan. Kaç bahaneyi ardınca sıralarsanız sıralayın dilinizce, hepsini bir gün gelip anlamsızlaştıracaktır. Yani her şeyden kaçabilirsiniz ama vicdanınızın sesinden kaçamazsınız.
“Kanıksama” diye bir sözcük vardır dilimizde, pek kullanmadığımız ancak bilmeden de olsa anlamını çokça yaşadığımız bir kelime. Bir kelimenin manası yaşanılarak daha iyi anlaşılır. Acının, mutluluğun, hüznün tadına bakmadan onu idrak edemezsiniz. Duymak veya okumak değildir onu kavramamımızı sağlayan, onun en doğru manasını yaşayarak kavrarız. İşte “kanıksama” da bu sözcüklerden biri.
Yaşanılan veya maruz kalınan olumsuzluklara alışmak anlamına gelir bu sözcük, kısa ve öz tanımıyla. Dünya şuan bu kelimeyi sonuna kadar yaşıyor ancak manasını biliyor mu, o meçhul... Gazze’ye atılan ilk bombanın haberini alınca insanların duydukları korku, yaralı insan bedenlerini görünce hissetikleri duygu, yetim ve öksüz bir çocuğun gözünden süzülen gözyaşına şahit olduklarında kalplerini derinden sarsan o hüznün kırıntısı bile kalmadı neredeyse. Artık haberlerde Filistinli bir çocuğun ya da dünyanın herhangi bir yerindeki çocuğun yaşadıkları insanlık dışı olayları görmek onlar için sıradanlaştı. Çocukların açlıktan, susuzluktan ölmeye başlamasını bir iki cümleyle geçiştirmeye başladılar. Komşusunun halinden haberdar olmayan birinin, dünyanın bir ucunda zulme uğrayanların haliyle pek ilgili olması da beklenemez.
İnançlarının ya da inandıkları şeyin ne olduğu önemli değil; sonuç olarak hepsinde ölüm, hayatın bir sonu olarak görülmekte. Ancak insanlar artık bu hayata ve onlara sunulanlara o kadar bağımlı hale gelmişler ki ölümsüz ve sonsuz bir ömür süreceklerini düşünüyorlar. Daima aynı saltanatı yaşayacaklarına inanıyorlar.
Oysaki hayat!
Düşen birinin elinden tutmakla, bir yaraya derman olmakla, bir yetimin başını okşamakla, gözden süzülen bir damla yaşı silmekle, komşusuna yardım eli uzatmakla, haksızlığa karşı dimdik durmakla, elinde olanı paylaşmakla, elindeki umutla, yüreğindeki merhametle, avuçlarındaki duayla, dilindeki şükürle daha anlamlı ve güzel olacaktır.
Bu kadar insan arasında ben yalnız başıma ne yapabilirim ki, diye sormaktansa elinden gelen her neyse onu vakit kaybetmeden yapmaya başlamak daha doğru olur. Unutmayalım ki ateşi söndürmek için su taşıyan karıncayla, Mescidi Aksa için minber yapan marangazun aklından bu sorular geçtikten sonra neler yapabileceklerini düşünerek onun yapmaya başlamışlardır ve biri İbrahim’in atıldığı ateşi söndürürken bir diğeri de Mescidi Aksa’yı işgalden kurtarmıştır.
Yapılan zulümleri kanıksamayın, dilinizle kınayın ama elinizden hangi iş geliyorsa onunla da mücadele verin!!!
KANIKSAMAYIN!!!
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.