Mehmet Yasak herşeyden önce iyi bir insan ve iyi bir babaydı.

Bizleri layıkıyla yetiştirmek için elinden geleni yaptığını söyleyebilirim. Bizleri başka babalar gibi şiddet ve baskı unsuruyla değil, sevgi ve hoşgörü içerisinde yetiştirmeye çalıştı.

Elbette eksikleri, yanlışları vardı ama doğruları yanlışlarından fazlaydı, bunu biliyorum.

Evde bizlerle vakit geçirmeyi birçok şeye tercih ederdi. Anneme düşkündü. Sigara ve alkol kullanmazdı, kahve alışkanlığı ise hiç olmadı.

Pazar günleri ve senelik izin günlerinde evde bizlerle vakit geçirir, evin tamirat işleriyle ilgilenirdi.

Yine de babaydı. Bir ağırlığı vardı üzerimizde. Bu ağırlığın boyutunu annem belirler, ona hak ettiği değeri vermemizi sağlardı.

Annem ve babam çok iyi anlaşırlardı. Huzurlu yuvamızın en önemli tarafı da bu ikilinin uyumuydu.

Bazen yürüyerek köye giderdik ailece. Yolda annemin elini tutar, arkamızdan ağır ağır sevgiyle yürürlerdi.

Annemle babamın bırakın kavga etmeyi, tartıştıklarına bile çok az tanık olmuşumdur.

Babam kısa boylu, göbekli biriydi. Belki film aktörleri gibi yakışıklı değildi ama pırlanta gibi bir yüreği vardı.

Daha da önemlisi, hoş sohbet bir adamdı.

Bazen arkadaşları bir araya gelip toplansalar, ilk çağıracakları kişi babam olurdu.

Esprili tarafı, onu arkadaşları arasında vazgeçilmez kılar, değerine değer katardı.

Bir gün bir amcaya bayram ziyaretine gitmiştik.

Babam, şahsına özgü üslubuyla başladı eski hikayeleri esprili bir dille anlatmaya...

Bu amca o gün o kadar çok güldü ki, bir süre sonra fenalaşıp koltuğa yığıldı.

Bir kimsenin gülerken fenalaştığına o gün ilk defa tanık olmuştum.

Ve güvenilirliği asla tartışılmazdı.

Birkaç yıl evvel bir bulaşık makinesi almak için bir beyaz eşya mağazasına girmiştim.

Adama açık hesap önerdim.

Adam beni tanımadığı için, kabul etmedi.

Sohbet sırasında Mehmet Yasak’ın oğlu olduğumu öğrenen adam, fikrini değiştirip açık hesap teklifimi kabul etti.

Sonra da yanındaki elemanına:

”Sedat Bey nasıl istiyorsa ve kaç taksit istiyorsa yapın. Mehmet Yasak Alacakaya için çok özel biriydi. Onun oğlu olması yeterli.” dedi.

Hep babam kadar sevilen biri olmak istemiştim ama bunu asla başaramadım.

Bir gün şirketin idarecileri ve şoförleri bir konu hakkında tartışıyorlardı.

Babam, bu kamyonlar bu yükle Karataş yokuşunu çıkamaz, dedi.

Müdürler ve şoförler ise, babamla aynı fikirde değillerdi. Hatta babamın ısrarına giderek sinirlenmeye başlamışlardı.

Tartışma bir süre sonra bağrışmalara ve sözlü sataşmalara dönüştü.

Babam, kendinden emin bir şekilde ısrarla aynı şeyi söylüyordu, bu araçlar bu yükle bu yokuşu çıkamaz...

Ertesi gün malzeme yüklü üç kamyon Alacakaya’ya girmek için Karataş yokuşundan çıkmak isterken yolda kaldılar.

Başta idareciler olmak üzere, diğer şoförler de babamdan tek tek özür dilediler.

Bu hadise, babamın ilçede daha fazla tanınmasını ve sözüne rağbet edilen biri olmasını sağladı.

Biz, hatalarımızdan dolayı şu cümleye birçok kez maruz kaldık:

"Yazık ki, Mehmet Yasak'ın oğlusun."

Sözün paradan, çekten, senetten daha önemli olabileceği gerçeğine babamda tanık oldum.

Dayımın bana söylediği şu cümleyi hiç unutamam:

“Bak, annen benim ablam. Babanla da kan bağımız yok ama ben babanı ablamdan daha çok sever, daha fazla değer veririm.”

Buna sevineyim mi üzüleyim mi bilememiştim.

Diyarbakır'da taksicilik yaptığı yetmişli yıllardı.

Babam evden 4 çocukla ayrılıp kendine yeni bir hayat kurmaya çalışıyordu.

Bağlar'da bir gecekondu kiralayarak taksicilik yapmaya başladı.

Birgün takside unutulan içi para dolu bir çantayı fark etti.

Saatlerce uğraşıp çantanın sahibini aradı ve çok geçmeden buldu da... Ve içi para dolu çantayı sahibine eksiksiz teslim etti. Bu dürüstlüğü ona başka kapıların da açılmasını sağladı.

"Hayatta her şey bizler için" derdi. Ve:

“Sen görmezsen, ben görmezsem kim görecek, kim yaşayacak bu sıkıntıları” diyerek her olumsuzluğun birgün bizleri de bir şekilde bulabileceği gerçeğinin altını çizerdi.

Babamın gri bir kavalı vardı ve bu kavalı bazı geceler büyük bir maharetle konuşturur ve peşinden de gözyaşlarına mani olamazdı.

Köylere servis yaptığı yıllarda bizi de beraberinde götürürdü. Birçok köye ve birçok eve misafir olduk bu vesileyle...

Birçok insan tanıdık, birçok sofraya oturduk, birçok muhabbete tanıklık ettik ve sayısız anı biriktirdik...

Babamın avuçlarından kana kana buz gibi sular içtik, kucağında direksiyon çevirdik, birlikte aynı testerenin iki ucunda odunlar kestik, bağlardan üzüm topladık...

O üzüldüğünde üzüldük, o güldüğünde güldük. Onunla birlikte hayatı tanıdık, sevdik...

Bazen Elazığ’da yürürken babamın mesai

arkadaşlarına rastladığım oluyor.

Bana gösterdikleri yakınlığı ve samimiyeti size anlatamam.

İnanın bu etkiyi bırakabilmek hiç kolay değil..

Mehmet Yasak her anlamda özel biriydi.

Onun eksikliği yatışacağı yerde, her geçen gün katlanarak artıyor. Ve biliyorum ki, artmaya da devam edecek...

Babam ve babam gibiler Alacakaya'da bir döneme damga vurdular. Vicdanlı olmayı, erdemli olmayı, aslolanın insan olduğu gerçeğini kendilerine şiar edindiler.

Hayatta paradan daha değerli şeylerin olduğu gerçeğine dikkat çektiler. Ve geride güzel anılar bırakarak bu dünyadan göçüp gittiler.

Ruhları şad olsun...

"Mezarlıklar soğuk ve sessiz görünür.

Oysa bir dünya barındırır özünde...

Ölüm, çocuk olmayı unutturur.

Ve açtığı yarayla erken olgunlaştırır insanı..."

Vefatının üçüncü yılında saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol