Geçen gün elime ulaşan Yusuf Kaplan’ın “Okumak Nedir?” adlı eserini neredeyse bir çırpıda okudum. Düşüncelerin açık ve net bir şekilde ifade edildiği bu eserde okumanın nasıl yapılması gerektiği hakkında fikir sunuyor okuruna ancak bu okuma, kitabı alıp sonuna kadar ulaşmak değil. Okunulan kitabın sayfalarını dolduran sözcüklerin ardındaki manayı kavramaktır. Bunu da maalesef çoğumuz yapamıyoruz.

Kitapta ilgimi çeken cümlelerden birine biraz değinmek istiyorum.
“Köklerene inemezsen göklere yükselemezsin.”
Öncelikle bu cümleyi okumayla başlarsak daha anlamlı bir yazı olacaktır. Toplum olarak birçok şeyden uzaklaştık ancak en vahimi ise kendimizden uzaklaşmamız ya da uzaklaştırılmamızdır. Çok derine inmeden bakarsak dilimizden, dinimizden, tarihimizden, gelenek ve göreneklerimizden yavaş yavaş uzaklaştırıldık. Böyle olunca da geldiğimiz yeri bilemediğimiz için gideceğimiz yolu da bizlerin yerine başkaları seçmiş oldu ve bu yolların çoğu çıkmaz sokaklara ya da uçurumlara çıktı. Ya bir duvara tosladık hızlıca ya da bir boşluğa düştük sonsuzluğunca. Atalarımızın adımlarını takip edemediğimiz için köklü ve sağlam temeller üzerine oturtulmuş olan kültürümüzden uzaklaşıp köksüzlüğe sürüklendik. Çok uzaklara değil yakın tarihimize de bakmamız yeterli olacaktır içine düştüğümüz durumu vehametini kavrayabilmemiz adına…

Zaman sürekli bir değişim ortaya koyar fakat temeli sağlam olan şeyler öyle kolay kolay sarsılıp yıkılmaz bu değişimler karşısında. Kuşaklar arası farklılıklar muhakkak olacaktır ancak bunlar genel olarak şekilsel anlamda olurdu. Hepsi aynı kaynaktan beslendiği için birbirini inkar etmeden hatta birbirinden beslenerek ve gelişerek değişimi meydana getirirdi. Şimdi yaşanan değişimler tamamen birbirini inkar ederek meydana gelmekte. Kendi ailesinden, kültüründen, tarihinden utanan ve bunların yerine ona geçici haz veren içi tamamen boş değerleri koyan nesiller ortaya çıktı. Aynı sofrayı paylaşamayanlar aynı acıya ağlayamayıp aynı güzellikler karşısında gülemez.

Dil parçalanıp kıt bir hale getirildi önce bununla birlikte kültür denizimizin beslendiği kaynaklar azaltıldı. Bu kaynakların azalması zamanla bir eksiklik ve değişim meydana getirdi ancak bu daha çok bizi kendimizden uzaklaştıran bir değişimdi. Aynaya baktığımızda bizden başka her şeyi görür olduk. Son olarak da aileler parçalanmaya başlandı. Geniş aileden çekirdek aileye doğru bir değişim yaşandı, evlerin başköşesindeki kültür aktarıcıları olan büyüklerimiz kaldırıldı oradan ve sonunda ortaya çıkan çekirdek aile de parçalanıp yapayalnız bir hayat sunuldu bizlere. Yalnız kalan aile bireyleri kendisine ait olmayan değerlerle hayatı anlamdırmaya ve ona tutunmaya çalışsa da sonunda tutunduğu dallar kırılıp derin bir boşluğa düştü.

Kısacası kendi köklerimizden uzaklaştırıldıkça dibe doğru batmaya başladık. Ne zaman o köklere tutunmaya başlarsak işte o zaman ayağa kalmaya başlarız ve bizi bizden uzaklaştıranların karşısında dimdik dururuz. Köklerimiz yeniden yayıldıkça toprağın derinliklerine doğru, sağlam ve en diri şekilde, esen hiçbir rüzgâr bizlere zarar veremez. Çürüyen dallarımızı, kuruyan yapraklarımızı alıp götürse de bizler “biz” olarak var olmaya devam edeceğiz!…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol