Zübeyde Hanım, Mustafa’yı doğurduğunda yirmi yaşının biraz üzerindeydi.

Çocukluk çağında evlenmişti. Mustafa’dan önce 3 yavrusu doğmuş ama uzun ömürlü olmamışlardı.

Eşi kendisinden yirmi yaş büyüktü.

Rumeli’nin eski Osmanlı şehirlerinde, Müslüman ahalinin dışa kapalı mazbut bir hayatı olurdu.

Çocukluktan yeni kurtulan Müslüman bir kızın hayalinde de subay veya katip bir eşle evlenmek yatardı.

Fakat çoğunun kaderi kendisine düşen kısmet neyse gözü kapalı kabul etmekti.

Zübeyde de belki üstün körü kendisine soruldu veya sorulmadı ama büyüklüklerinin kendisine çizdiği kadere razı olmuştu.

Ali Rıza Efendi, Osmanlı Rumeli’sinin Yunanistan sınırında, Olimpos Dağı eteklerinde, Osmanlının küçük bir memuruydu. Selanik doğumluydu. O da Evlad-ı Fatihan’dı. Rumeliyi fetheden Türklerin torunlarıydı. Çayağzı (Papaz köprüsü) bölgesinde 3 lira aylıkla, gümrük muhafaza memuru olarak çalışıyordu.

Ali Rıza Efendi bir gece rüyasında ak sakallı bir pir görmüştü. Nur yüzlü pir, güzel ve sarışın bir kızla yanına gelip demişti ki: “bu kız senin kısmetindir”. Bu müjdeyi alan Ali Rıza, gözlerini açar açmaz ablası Hatice’ye koşar ve der ki “rüyamdaki bu kızı bana bulun!”.

O devrin Müslüman çevresinde adet olduğu gibi görücüler sokaklara düşer. Sıra Zübeydelerin oturduğu eve gelince onu görür ve beğenirler. Ali Rıza’nın gerçek hayatta değil de rüyasında görüp aşık olduğu bu sarışın kızı, ailesi önce vermek istemez. Aradaki 20 yaş farkını ileri süren büyükanne der ki “bizde evlenecek kız yoktur”. Ama Ali Rıza Efendi çok istekli ve israrlıdır. Aracılar tekrar araya girer ve evlenirler.

Dördüncü çocuğunu beklediği şu günlerde eşi artık onun sadece kader ve kısmeti değil aynı zamanda erkeğiydi. Genç ve güzel bir sarışın olan Zübeyde, kadın hayatının tamamen kapalı geçtiği, kadının yalnızca kendi erkeği için yaşadığı bütün Müslüman bölgelerinde olduğu gibi, Selanik’te, o zamanki Osmanlı Avrupa’sının büyük liman şehrinde, Anadolu’dan gelen Evlad-ı Fatihan torunu olarak geleneklerine uygun bir yaşamın içindeydi. Selanik’te Müslüman Türklerin yaşadığı mahalleler, Hristiyan ve Yahudilerin yaşadığı mahalleler hep birbirinden ayrıydı. Osmanlı, İspanya’dan sürülen ve hiçbir ülkenin kabul etmediği Yahudileri de kabul etmiş, bir kısmını da Selanik’te yerleştirmişti. İspanya, Yahudiler gibi Müslümanları’da ülkeden sürüyordu oysa.

Osmanlı Avrupa’sının bütün Müslüman mahallelerinde olduğu gibi Selanik Müslüman mahallesi de genellikle harap ve bakımsızdı. Genellikle bir cami veya mescid merkezi teşkil eder, çevresinde Müslüman yerleşimi yer alırdı. Mezarlık, türbe, çeşme ve küçük bir çarşı, Müslüman mahallelerin ortak özelliğiydi. Çarşının içinde yer alan kahve mahallenin sosyo-kültürel merkezi gibi işlev görürdü. Osmanlı Avrupası’nın bütün şehirlerindeki Müslüman mahalleleri, İstanbul’un, Erzurum’un veya Anadolu’nun diğer şehirlerindekinden pek farklı sayılmazdı. Akşam saatleri yaklaşırken kadınlar eşleri için süslenmeye başlar, sandıklar, bohçalar açılır, bir kısmı kendi alın teri ve el emeğinin ürünü olan, bir kısmı büyüklerinden kendisine kalan eşya arasında, onlara dokunup bakarak, açıp tekrar katlayarak, giyip çıkararak, o mahremiyet içinde adeta kendisinden geçerlerdi. Yüksek avlulu evlerin örtülü pencerelerinde akşam üstü sokaktan eşlerinin gelmesini bekleyen kadınlar, dar ve dolambaçlı sokaklarda evlerinin yolunu tutan erkeklerin arasından kocalarını gözlerdi. Geçenler de kadınların kocalarını beklediklerini, kendilerinin de gözlendiğini bilirler, giyinişlerinden, yürüyüşlerine, konuşmalarından mimiklerine değin dikkatli olurlardı. Bu hava bütün Müslüman mahallelerin havasıydı.

Zübeyde Hanım ve eşi Ahmet Subaşı Mahallesinde oturuyordu. Mahalle 1908 ihtilalinden sonra Mithat Paşa mahallesi adını almıştı. Üç katlı, pembe boyalı evleri, sanat mektebinin yakınlarında bulunuyordu. Zübeyde hanım yeni doğacak çocuğunu bu evde beklerken, çevresindekilere bebeğinin kız olmasını istediğini söylüyordu ama içten içe beklentisi sarı saçlı, mavi gözlü bir oğlandı.

Doğum, sadece bir evin değil, mahallenin olayıydı. “Mahallenin çocuğu” deyimi o zamanlardan kalmadır. Doğumu bütün mahalle saygın bir sessizlik içinde beklerken, eve giren ve çıkanların yüzlerinden bir şeyler okunmaya çalışılırdı. Muhafazakar Müslüman mahallelerinde mescitteki namazdan sonraki dualarda cemaat doğumun hayırlı olması için dualar eder, hamile için kurtuluş niyaz ederdi.

Endişeli doğum bekleyişi sona ermek üzereyken Zübeyde’nin yanında eşinin annesi Ayşe hanım, ebe Selanikli Hatice (Hati) vardır. Bundan önceki üç çocuk (Fatma, Ömer ve Ahmet) hayatta değildi. Acaba doğacak dördüncü çocuğun kaderi ne olacaktı? Doğum ağrıları zirveye çıktığında çocuğun kız mı, yoksa oğlan mı olacağından çok bu soru zihinlerini kemiriyordu.

- - - -

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol