En fazla bilinen eseri “Gösteri Toplumu” olan Fransız filozof Guy Debord “gösteri” kavramını ortaya koymaya çalışmıştır.

Debord, medya gibi iletişim teknolojilerinin gösteriyi kışkırtmadığını kolaylaştırıcı etkisi olduğunu dile getirmiştir.

Günümüzde iletişim teknolojileri (sosyal medya) sayesinde sürekli olarak siyasilerin görsellerine maruz kalmaktayız.

Siyasetçiler, sosyal medyanın gösteriyi sunma gerçekliğiyle birlikte, bizlere yakın gibi görünen görme ve görmeye meraklı bir toplum olarak bizi dönüştürmektedirler.

Siyasiler ve siyasal kitle tabanı gerçeğin imajı tersine çevrilen bir gösteriyi, siyasalın üretim arzusu doğrultusunda gerçeklikten üretilen imaj gösterisine dönüştürebilir.

Genel anlamda Türkiye’de gerçekleşmesi beklenen 2023 seçiminde gösteri artık soyut yatırımdan daha fazla somut yatırım olarak gösterinin gerçekliği uzman görüşleri, kanaat önderleri ve kitleye dönüştürülecektir.

Seçmen kitlesi ise itaatkâr çocuklar olarak ekran başında ya da sosyal hesaplarından “bu lider sorun çözer, bu lider daha milli, bu lider mağdur, bu lider sadece ekonomik krizi çözer” gibi birden fazla temsilleri izleyip kararını ona göre şekillendirecektir.

Bu noktada en önemlisi ise seçim tarihinden önce yapılması düşünülen erken seçimde maruz kalacağımız siyasetçilerin gösteri toplumunun limbik sistemine yani duyguların imajlarına seslenecek olan paylaşımları ve onların destekçilerinin paylaşımları olacaktır.

İletişim teknolojileri sayesinde seçmenler olarak partilerin seçim beyanlarını ve vaatlerini bizzat miting alanlarında değil, siyasal iletişim paylaşımı yapan kitlenin ya da parti tabanının kendi ideolojik bakış objektiflerinden yansıttıkları görüntüler gözlerimize ve duygularımıza seslenilecek olmasıdır.

Gösteri toplumunda temsil edilmeyen şeylerde, kitle kendi temsillerini ya da parti liderlerini diğer insanlarla kuracakları ilişkiler üzerinden gerçeklik gibi sunulacaktır.

Debord’a göre modern üretim koşullarında yönetilen kitleler muazzam bir gösteri muhafazakarlığı olarak kendini siyasal lider temsilinde imaj oluşturarak gösterinin üretiminde tekrardan üretir.

Çünkü daha önceden yaşanmış olan temsili olarak ortadan kaldırılmıştır.

Yani siyasilerin ve siyasi taban destekçilerinin hayatları ürün dönüştürülebildiği ölçüde siyasal temsilleri o oranda gösteri cümbüşüyle ürüne dönüşen temsiller aracılığıyla toplumsal ilişkileri kabul ederken, gösterinin soyutlanmış sunumu algımızda somut ürünlere dönüşerek seçimde özgür düşünmemize ve varoluşumuza engel olabilir.

Hayatı ürüne dönüştürülebilmesi siyasi temsilleri ancak kitle gelecekçi bir metaya dönüştürerek temsiller yaratabilecektir.

Siyasal temsilleri gerçekliğiyle değil, görüntülere dönüştürecek olan yine kitlenin yani seçmenin kendisi olacaktır.

Önümüzdeki seçimde siyasal temsillerin imajları oluşturulurken seçmen kitlesi imaj görüntülerinin kölesi olarak bizler gösteriden keyif alarak temsillerin imajlarını dönüştürmektir: Kendi imajlarını kitlenin düşüncesine göre oluştururken öteki siyasal temsili kitlenin imajının zıttı yönde diğerlerinin daha iyi imaja sahip olduğunu sunmaktır.

2023 Genel Seçiminin mağduru olan Ekrem İmamoğlu.

Bizim toplum mağdur olana daima destek vermeye gönüllüdür. Bu gönüllük biraz da ergen-yetişkin olarak bireyselleşmede sıkıntı yaşayan toplum olmamıza bağlıdır.

Çünkü ilk olarak en sevdiğimiz ve güvendiğimiz anne-babamız tarafından mağdur edilerek büyüyen çocuklarız neredeyse hepimiz…

Şayet, İmamoğlu, ALTILI MASA’nın adayı olarak gösterilirse, kendi seçmen kitlesine imajinasyondan ziyade CUMHUR İTTİFAKI’nın seçmen imajinasyonuna göre mağdur imaj gösterisi oluşturulması gerekir.

2023 Genel Seçiminde İmamoğlu aday yapılırsa seçim sürecinde adaylığına engel olarak yargı konulduğu takdirde uluslararası basın ve medya kuruluşları engellemeyi haberleştirdiğinde seçim sonrası eko-politik olarak Türkiye bugünkü ekonomik krizden daha fazla dar boğaza girmesi kaçınılmaz olacaktır.

Hiçbir siyasetçi yoktur ki; seçim kazanmaya odaklı düşünülüyorsa yargı engelini devreye almaz.

Böyle bir şey yapıldığı takdirde 2023’ün ilk dönemi ekonomik yönden zamların cehennemine giden taşlarıyla döşeli yolda yürürken ülke olarak, seçimden sonraki ikinci altı aylık dönemde zamların cehennemin de işvereninden çalışanına, memurundan emeklisine tüm ülkeyi ateşe atmakla eşdeğer olur.

Yargı engeliyle bir zamanlar “Muhtar bile olamaz artık” denilen ve 2001’in “Kara Çarşambası” olarak Türk ekonomi tarihine geçen derin ekonomik kriz sonrasında 2002 seçiminde %36 gibi oy alarak iktidara gelmiş AK Parti ve yine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan böyle bir yanlışı sehven de olsa yapabileceği düşünülebilir mi? Böyle bir yanlış yapıldığı takdirde Anadolu’da güzel bir deyim vardır: Kendi ayağına sıkmak, diye…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol