Önceki gün Elazığspor Kulüp Başkanı Selçuk Öztürk’ün iki yerel televizyon kanalı tarafından canlı verilen basın toplantısını sanırım izlediniz.
Beden dilinden anlayanlar zaten ekrana çıktığı andan itibaren notunu vermişlerdir.
Canlı yayın başladığında gazetede misafirlerim vardı, birlikte izledik.
Yapılan yorumu misafirlerime saygıdan dolayı buraya almıyorum.
Konuşmasında kendi ağzıyla itiraf ettiği gibi gaza gelmişti, kuruyan ağzını zaman zaman önündeki bardaktan aldığı bir damla suyla ıslatıyor aklına kim gelmişse ona sallıyordu.
Bazen gazı kesiliyor ya da bujilerde sıkıntı yaşıyor olacaktı ki dudaklarını büzüp kendince farklı refleksler geliştirerek, hafızasını güncelleyerek, aklına gelene sarıyordu.
Sayın Zülfü Demirbağ, abla dediği Sayın Sermin Balık, hakaret ederek nitelediği eski kulüp başkanı Murat Yümlü, Belediye Başkanı Sayın Şahin Şerifoğulları ve Sayın Şerifoğulları’na akıl hocalığı yaptığımı iddia ettiği ben başrollerdeydik.
Misafirlerimizle birlikte sevgili başkanın hezeyanlarını dinlerken bir taraftan da gelen telefonlara cevap vermek zorunda kalıyordum, arayanlar canlı yayını izler misin hocam deyip gülüyorlardı.
İzliyoruz…
İflas etmiş varoş mahalle bakkalı gibi, dükkânı tahliye ederken duvardaki rafları, camdaki camekânları kırıp döküyordu.
İnsanız ya; acıma duygularımıza gem vuramadık, acıdık.
Bahse konu ettiği diğer aktörlerle alakalı fikir yürütmek haddimize değil tabi ki…
Ancak akşamdan kalma görüntü, konuşurken pelteleyen ağzıyla şahsımı da muhatap alıp ithamlarda bulunduğu için sessiz de kalamazdım.
*
Yıllardan beri başı sıkıştığında hocam bir görüşelim deyip her seferinde şahsımla fikir teatisinde bulunan sevgili başkan ekranlardan benim Şahin Başkan'ın akıl hocalığını yaptığımı iddia ederek aklınca bir taşta birkaç kuş vurmanın hesabını yapıyordu.
Yetmiyor, Günışığı Gazetesi olarak kamuoyunun duygularına tercüman oluşumuz üzerinden yürüyor, aş istedi, iş istedi vermedik de ondan üzerimize geliyor diyerek kendini gülünç durumlara düşürüyordu.
İddiaların hepsini cevaplandıracağız, sıkıntı yok, sütunlarımız büyük, sayfalarımız geniş.
*
Hakkımızdaki ilk hezeyanı; kendisiyle yazıştığımız bir yazışma ekranı.
İddiası da bu zaten; “İş istedi vermedik”
Öncelikle şunu belirteyim; basın toplantısında bahsettiği ve sosyal medya hesaplarında paylaştığı ekranda yazılanlar doğrudur ve olduğu gibidir.
Bizim kendisi gibi kolayına kaçıp inkâr yoluna gitme gibi bir lüksümüz olmaz çünkü zaten ilk şantaj yaparak mesajını yayınlarız dedirttiğinde kendisine verdiğimiz cevap şuydu:
“Selçuk Başkan bana haber gönderme. Sende olan mesaj bende aynen duruyor ve ben bunu kendim de paylaşmaktan gocunmam. Yazdıklarımın da sonuna kadar arkasındayım. Yüz yüze baş başa detaylı konuşalım sizinle ortaklaşa yapmak gibi bir düşüncemiz var. Bunu herkesin bilmesinde ne sakınca varsa. Buyur Hodri Meydan sevgili kardeşim.”
Hani arkadaş şantajcılıktan bahsediyor ya…
Peki, neden böyle bir yazışma yapıldı, anlatayım.
Elazığ Valiliği tarafından kendisinin hiç bahsetmediği ve ne kadar gelir elde edilip gelirlerin nasıl muhasebeleştirildiğinin bilinmediği Polisevi yerleşkesindeki binaların yıkımıyla alakalı bilgimiz oldu kendisiyle görüştük.
Yönetim kurulu üyelerinden birkaçının da olduğu ortamda kendisine önce hayırlı olsun dedim, ardından başkanım yıkımı birilerine yaptıracaksanız bizden de teklif alırsanız sevinirim.
Neden, teklifler ne kadar çok olursa o kadar çok kazanım olur kulüp için.
Kendisi de bana; “Hocam orayı nasip olursa biz kendimiz yıkmayı düşünüyoruz. Ama siz yine de bize bir teklif hazırlayın biz onu da değerlendirelim” deyince kabul ettik ve ayrıldık.
Sabahında ben arkadaşlarımızı topladım ve kendilerine durumu izah ettikten sonra; “Arkadaşlar yarın İl Özel İdaresinden izin alarak Polisevi yerleşkesindeki yıkılacak yerleri bir gezip inceleyin. Oranın yıkım işi Elazığspor Kulübü'ne verildi, biz de Elazığspor Kulübü'ne teklif verelim” dedim.
İki gün sonra arkadaşlar ilgili yeri incelemeye gittiklerinde yıkıma başlandığını görüyorlar.
Bana bildirdiler, hayırlısı olsun dedim ve kapattım.
Elazığlı bir firmaya verilmişti ve yıkım başlanmadan parası peşin ödenmişti.
Miktarın bize söylendiğinin doğruluğunu bilmediğim için buraya yazmıyorum.
Aynı günün akşamına yakın saatlerinde Selçuk Öztürk’ün kendisi aradı ve; “Hocam hani teklif vermediniz” deyince istihzalı bir gülüşle kendisini kırmadan başkanın nasıl yani dedim, zaten yıkımı verdiğiniz firma yıkmaya başlamış” dedim.
Biraz durakladıktan sonra kendi konuşma şekliyle aynen yazıyorum şöyle dedi: “Yav yok hocam kulüpten arkadaşlar binanın çatısını söküyorlar”
Önemli değil başkanım sağlık olsun deyince; “Evet hocam sıkıntı değil, ama Elazığ Belediyesi'nden de Abdullahpaşa Mahallesi'nde birkaç yer verildi arkadaşlarınız oralara baksınlar, bir çalışma yapsınlar biz de teklifleri toplayalım topladığımız teklifleri size verelim ona göre siz de teklifinizi verin.” dedi.
Bu düpedüz bir haksızlıktı, haksızlık olduğu için de kendisini aradım cevap alamayınca whatsapp’tan yazışarak; “… sizinle ortaklaşa yapmak gibi bir düşüncemiz var” dedim.
Zira ilk yıkımda polisevinin yerleşkesini biz yıkmayı düşünüyoruz deyip de başka firmaya verdikleri görünce kulübe daha çok gelir gelmesi açısından sizinle ortaklaşa yapma düşüncemizi paylaştım.
Şimdi burada ortaya çıkan netice şu; bunlar ilk biz yıkmayı düşünüyoruz dediklerinde demek ki şahıs olarak kendileri yıkmayı düşünüyorlarmış.
Ancak biz kulüp olarak ortaklaşa yıkalım düşüncemizi paylaştık. Çünkü kulübü ortak ederek işi biz almış olsa idik kulübün kârı en az 10 kat fazla olacaktı.
Dolayısıyla o ekran paylaşıldıktan sonra sorulması gereken soru şu: Tamam ekranı paylaştın ama kulübün menfaatini düşünüyor idiysen nasıl bir teklif geldi de sen kabul etmedin?
Ya da sen bir teklif verdin de bunlar kabul etmedi de bunun için mi ters düştünüz?
Bu sorulara verilecek cevap bulamazlar.
Bulsalar zaten çıkarlar çok net bir şekilde anlatırlar ve derler ki aldığımız yıkım yerleri buralar, teklif veren firmalar şunlar ve teklifi makul olan firma şu, kulübe gelen para miktarı da bu.
Eee... bunu diyemeyince ne yapmak lazım, ortamı bulandırmak…
Nasıl bulandırmak, yok efendim şantaj, tehdit…
Yok, efendim yeni gelen valilere diş göstermek, belediye başkanına akıl hocalığı yapmak…
Sana bir şey diyeyim mi Selçuk Öztürk bizim ne valilere diş gösterme gibi bir fantezimiz olur, ne de belediye başkanlarına akıl hocalığı yapmak gibi derdimiz olur.
Ama sana akıl hocalığı yaptığımız çok oldu.
Başın sıkıştığında yahu hocam böyle bir sıkıntımız var nasıl aşabiliriz dediğin de çok oldu... Sana gösterdiğimiz yolda başarılı olduğun da çok oldu...
26 yıllık gazetecilik geçmişimiz var, şantaj yapmayı biz mesleğimizde değil ama bir gece vakti eski valiyi Sakarya’da nasıl ekran kopyalarını alıp birbirinizle restleştiğinizde siz de gördük.
Bu konuya da ayrıca geleceğim.
Hani konuşmanda demişsin ya beni vurursa özel hayatımla vurur diye…
Senin o süfli özel hayatın senle Allah’ın arasında kardeşim.
Biz adamız biz de özel hayat mahremdir ve ona dokunmak haddimiz değildir.
Biz senin gibi bir ticari teklifi bile çarpıtıp kendini aklatmaya ya da haklı çıkarmaya çalışacak kadar da bir ekrandan medet umacak kadar düşmedik, düşmeyiz de…
Çilingir sofrası imasında bulunduğumdan bahsetmişsin ya, hani benim çilingir soframa takmış diye…
Senin çilingir sofran başına çalınsın.
Çilingir sofranı evinde kur, bahçende kur, bir başka yerde kur ve o sofrada hapşırıncaya kadar tıksırıncaya kadar ye, iç tıkın…
Ben de dahil olmak üzere buna laf söylemeye kimsenin hakkı yoktur.
Ama o çilingir sofrasını daha geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden simitçi kardeşimizin bir simit parasıyla ayakta duran şehrin markası Elazığspor Tesisleri'nde her gün kurarsan ağzından burnundan getirirler.
Son olarak yüreğin yetiyorsa gel bana ateş ol demişsin, ya ekranlarda…
Allah müstehakını versin sevgili başkan!..
Sen yıllardan beridir beni tanıyorsun elini vicdanına koy cevapla; benim hiç yaralı kuşa kurşun sıktığıma şahitlik ettin mi?
Ya da sen hiç benim düşen birine bir tekme de benden deyip vurduğumu gördün mü?
Göremezsin kardeşim…
Örneği vardır, bilirsin…
Senden önceki Elazığspor yönetimiyle ne kadar mücadele ettik, Mücahit Yanılmaz’la ne kadar mücadele ettik, haykırdık susmadık.
Başımıza ne işler geldi, 100’lerce kişinin saldırısına uğradığımızda sen de vardın, erkekçe çarpıştık polislerle birlikte yaralandık, darp edildik ama haklı olduğumuz için geri adım atmadık, yönetim gidinceye kadar da haksızlıklarına karşı savaştık.
Hatırlar mısın o gün senin de bulunduğun o genel kurulda saldırılara maruz kalmama sebep olan konuşmamın ilk cümlesi neydi: Bu takımın bu hale gelmesinin müsebbibi 2 kişidir, bunlardan biri Selçuk Öztür diğeri Mücahit Yanılmaz’dır.
Noldu, makam kadıya mülk değildi ve hepsi de gittiler…
Mücahit Yanılmaz da gitti Sedat Karataş da Karahan Çelik de...
Tıpkı senin de gideceğin gibi…
Peki, elini vicdanına koy onlar gittikten bu yana onlar hakkında tek kelime yazdığımı gördün mü, hayır.
Neden, çünkü ben düşene vurmam…
Dolayısıyla korkma sana ateş olmam…
Sen de düşmüşsün, taraftarın gözünden düşmüşsün, siyasilerin gözünden düşmüşsün, her şeyden önce dostlarının gözünden düşmüş kendine yaşam alanı olarak sadece Elazığspor Tesisleri'ni layık görmüşsün…
Onun için korkma, paylaşımlarınla da tehdit ederek kendini daha fazla düşürme.
Rahat olan biz düşene zaten vurmayız.
Ha.. netice olarak şunu da söyleyeyim.
Çık ekranların karşısına gelir-gider tablolarını net bir şekilde açıkla.
Yıkımlarla ilgili irsaliye raporlarını, kantar fişlerini, teklif mektuplarını beyan et.
Her şey bir tarafa Sayın Gürsel Erol’un verdiği 270 bin lirayı neden 120 bin lira olarak açıkladığını ve de bu paraların nerelere harcandığını Elazığspor kamuoyuyla paylaş. Sana buradan söz veriyorum, her şeyi bir tarafa bırakacak en büyük destekçin ben ve gazetem olacağız.
Kulağına küpe olsun diye de sana küçük bir dost nasihati: "Başkalarını karalayarak kendini parlatmaya çalışma."
Hele hele Sayın Murat Yümlü ile alakalı sarf ettiğin o iğrenç ithamlardan dolayı tecdid-i iman etmen gerekiyor, etmiyorsan bile o adamdan af dile…
(Not: yaptığı basın toplantısından birkaç gün önce şantaj yaptırıp yazışmaları yayınlarız konusu ve bir spor programında Zülfü Aydıngöz’ün konuşmalarına bilahare yer ayıracağız)