İnsanoğlunun içinde her zaman bir koşuşturma, bir yerlere yetişme telaşı vardır ilk adımını atmaya başladığı andan itibaren bu dünya üzerinde. Bazen yürüyerek, bazen koşturarak, bazen de bekleyerek yapar bunu. İnsanın zamana yüklediği anlam, ona verdiği kıymet yaşamının belirli evrelerinde farklı özellikler gösterir.
Dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren etrafını keşfetmeye başlar insan. Gözüne çarpan nesneleri anlamlandırmaya çalışır, dokunarak onları hisseder, seslere kulak vererek bir anlam aramaya çalışır. Bu arayış aslında içinde bulunduğu zamanı değerlendirme ve kıymetini anlama çabasının sadece ilk adımlarıdır. Çocukken zaman algısı diye bir şey yoktur insanda hatta onun tam olarak ne olup olmadığıyla da pek ilgilenmez. Sadece an’ın tadını çıkarmaya çalışır. Yarının neler getireceğinin telaşı, heyecanı yoktur zihninde ya da geçmişte yaptıklarına veya yapamadıklarına takılı kalmaz hiçbir vakit, küslükleri dahi bir nefes alıp verimi kadardır, duyguları tamamen safiyâne özelliktedir yalnızca o an’ı nasıl değerlendirebilirim diye bir şey geçer aklından.
Gençlik dönemindeyse damarlarında akan kanın hızına bağlı olarak hep bir koşuşturmaca, bir yerlere yetişme, hayaller kurup onların ardınca yürümeye başlar. Zaman artık onun için anlam kazanmaya başlasa da yetmez kimi durumlarda ve genellikle de hor kullanır tükenmeyeceğini düşünerek; nerede, nasıl, kiminle ve hangi amaçla tükettiğinin bir önemi de yoktur. Bol keseden dağıtıp harcar. Geleceğe doğru adımlar atmak istese de geçip gidenin kendi ömrünün olduğunun farkına varamaz. Her mevsimin bahar olduğunu düşünür ve her şeye gücü yeteceğine inanır. Sonra tüm bunların sonunda zaman kendi üzerine düşeni yapıp hayatın acımasızlığını gösterek yaşlılığı koyuverir avuçlarının içine.
Yaşlılıkta artık koşmaktan ziyade yürümeye başlar tıpkı bir çocuk gibi küçük ve ağır adımlarla, zamanla yan yana fakat artık geleceğe dair düşüncelerden oldukça uzak. Bir çocuk gibi an’ı yaşasa da asla onun penceresinden bakmaz,şimdiyi ve geleceği bir kenara koyup geçmişin, mazinin güzel an’larına sığınır. Aynaya bakınca saçlarına düşen beyazlıklar, gözlerinin etrafındaki çizgiler, gözlerinde sönen ışıklar… Etrafına bakınca göçüp giden dostlar… Zaman istemediği kadar fazla ve bir o kadar ağır ağır ilerler ancak içinde yitip giden bir ömürden kalan kırıntılar vardır yalnızca. Gözler uzağı göremez olur ancak geçmişe bakmaya devam eder ve orayı daha net görmeye başlar. Kalan zamanı anlamlı kılmak için sıkı sıkıya sarılır geçmişin soluk renkli hatıralarına. Siyah beyaz fotoğrafları kendi zihninde renklendirmeye çalışır.
Bir döneminde toyluk, bir döneminde vurdumduymazlık, başka bir dönemindeyse pişmanlık ve hayıflanma yanından ayrılmaz olur insanın…
Kısacası,
“Çocuklukta an’ı yaşar, gençlikte geleceğe doğru kanat çırpar, yaşlılıktaysa maziye sıkı sıkıya sarılır insan.”
ŞİMDİ, YARIN VE GEÇMİŞ
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.