Gün geçtikçe değişiyoruz.
Gelişmemiz gerekirken geriliyoruz.
Aslında tükeniyoruz.
Belki de yokluğa giden adımların ilkini atıyoruz.
Güncellenmiş duruşların fos görüntülerine modernite deyip, popülizmi baş tacı ediyoruz.
Siyaset, edebiyat, yeme, içme, tatil şekli, sohbet hatta ve hatta kutsal değerlerin yaşanmış şekilleri bile popülizmin tutsağı şimdi.
Düşüncenin bekçisi yok artık.
Düşünmeden konuşmak moda.
Hüznün sesi kısılmış sanki.
Sevgiler ise popüler aşkların gündelik çığırtkanlığı..
Tasasız yaşıyor insanoğlu, derdinin çokluğundan bihaber.
Güvercin gagasında kalmış seda, dertliler sessizliğe bürünmüş.
Sel var, zelzele var, binbir kepazelik var da bizi tedirgin eden yokmuş gibi yaşıyoruz?
Toprak ayaklar altından kayıyor.
Ölmeden ölmektir belki de anlatmak istediğim.
Ürpermeden gezebiliyor musun şehrin göbeğinde.
Her yer ağ, her yer kapan, her yer kan kokusu..
Yalnızlaşan insanlar, ürkekliğimiz korkularımızdır.
Şehir ağlıyor, ağıtlar arşa çıkıyor.
Duyan kim?
Sağır dilsiz fötr şapkalı adam.
Kanayan şehir ağlamaz ama yanı başında herkesin.
O adam yönetir seni, beni herkesi.
Ama duymaz, görmez ve kendi başına yürümez, yürümekten korkar.
Bu hal şartında hafıza maziyi yoklar ve özlemin adı konur.
Hatıralar yerenin olur, teselli olur.
Bulunduğun lahzaya dönmek ölüm olur bundan sonra.
Ölüm vardır burada, kan var.
Neler yaşanmışsa anılmaya değer bir bir belirir bellekte.
Ama görünen ölüyü kimse görmez.
Ağlayan çocuğu takmaz kimse.
Öylesine yaşanmışlıkların tadını biz çıkarırken, unutanlar var, özleyen var sıradan yaşanmışlıkları.
Modern zamandayız biliyorum.
Bu zamanın ötesinde, ötelenmiş acılar da olacak maalesef.
Ötenin ötesinde ne yapar insanoğlu?
Biz şimdi ne yaşadık ki güzel olan, neyi hatırlayıp teselli bulacağız?
Zulmün ortasında, herhangi bir şehrin betonlarının gölgesinde yarı ağlamaklı çocuk mu, yoksa kanla sulanmış toprakta büyümüş bir çınar ağacı mı bizi teselli edecek?