“Bana uzak ve soğuksun kaç gündür?” Evet. dedi. “Çekip gideceğim bir gün kimseye haber vermeden.” “Ama  ya ben…” diyemedim. Neler geçiyordu güzelim kafasının içinde, bilmiyordum. Bildiğim artık o kafada olmadığımdı. Bunu garip ama hissettim. Kendimi çaresiz hissettim, çıplak ve kimsesiz. Ne olacağımı ondan sonra, ne yapacağımı…

“Bir balığı sudan çıkartıp toprağa atmışsın gibi olurum.” diyemedim işte. Kahrolacağımı, mahvolacağımı, ağlayacağımı…

“Evet, ilk defa uzun zamandır ilk defa senden soğukluk hissettim. Temmuzda buz kestim, ayaz yedim. Mesafe koymuşsun bana.” “Seninle yapamam, mümkün değil.” dedi. O böyle deyince güneşim söndü, ayım düştü. Yusuf’un atıldığı kuyuda buldum kendimi. İbrahim’in düştüğü ateşte.

Yaşarken yüzüme ilk toprağı attığını, beni diri diri mezara koyduğunu anlayamadı. Ben de onun inadına tuttum öldüm, anlamadı.

Gideceğini, terk edeceğini her şeyi söylüyordu. Bir eski masal gibi geliyordu yaşadığımız her şey. Yediğimiz frambuazli pastalar, saydığımız yıldızlar, okuduğumuz kitaplar.  Bir anlamı yoktu birlikte yaptığımız hiçbir şeyin. Oturduğumuz mekânların, gezdiğimiz sokakların, duvarına şiir yazdığımız kafelerin…

Onun gitmesindense benim gitmem daha mantıklıydı. Benim yüzümden kendisini suçlu hissetmesini istemezdim. Derdine bir dert de ben olmak istemezdim. Yolundan çekilmeliydim diye düşünüyordum. O benim dünyamdı, o olmadan yaşayabilir miydim? Bilmiyorum ama onun dünyası değildim. O, ben olmadan yaşayabilirdi.

“Gitmek sana değil bana farz.” dedim. Nasıl sevdiğimi anlamıyordu… Nasıl sevemeyeceğimi düşünüyordu, nasıl yapamayacağını benimle,  konuşamayacağını. Onun aklının bir çengele takılan balık gibi bana takılı olmasını istemiyordum. Yolunu açmalı, istediği gibi hareket etmesini sağlamalıydım. İçim paramparçada olsa ona bu iyiliği yapmalıydım. Hem zorla mı sevdireceğim kendimi?

“Ben gideceğim sen değil!” dedi. Duymadım bile. O kadar uzaktı ki bana. Gözyaşlarımı görmüyordu, feryadımı, figanımı. Hiçbir şey olmamış gibi konuşuyordu. Kulağımın sağırlaştığını anlamıyordu. Gözlerime bakıyordu. Kör olduğumu görmüyordu.

Bir insanı silahla vurmayın. Çok sevdiğiyseniz eğer gidin sadece onun hayatından. Kansız ve temiz bir ölüm istiyorsanız alın size. Müthiş bir sancı yaymak istiyorsanız bundan iyisini bulamazsınız.

“N’oldu?” dedi. “Hiçbir şey!” dedim. “Sustun ama!” O kadar yaşam doluydum ki onunla bu yüzden can çekişmem uzun sürüyordu. Bir ishak kuşu ötüyordu. Işıklar bir bir sönüyordu. Sesler kesiliyordu yavaş yavaş. Onun olmadığı bir kalbi söküp çıkarttırdım göğsümden. Onu sarmayacak olan kolları kesip atar, ona dokunmayacak olan parmakları kırardım.

“Kimse durmaz yanında senin.” dedi.  Kimsemdi, bunu bile bilmiyordu. Herkesi silmiştim hayatımda, kimsem olmuştu. O konuşuyordu ama ben artık bende değildim. Bağrı ateşte, kalbi taşta, ömrü beleşteydim.

Öyle bir sustum ki cümle âlem suspus oldu. Çiçekler soldu, dikenler uzadı; yaz bitti, kış başladı. Zamanın ve mekânın üstünde, kahrın ve hüznün tam ortasındaydım.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol