Sevgili Peygamberimizin torunu, Hz. Ali’nin oğlu, Hz. Hüseyin, Muaviye’nin oğlu Yezit’e boyun eğmedi..

Onun halifeliğini tanımadığını ilan etti..

Bunun sonucunda Kerbela Olayı diye bilinen o katliam yaşandı..

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler şehit edildi..

O günden sonra başladı İslam dünyasındaki keskin ayrışmalar..

Sünni-Şii meselesi diye başlayan bu ayrışma kendini Anadolu’da Alevi-Sünni sorunsalı şekline dönüştü..

Bin yıldan fazladır bu durum böyle sürüp gitmektedir..

Bizler pekâlâ  biliyoruz ki bu durum bir iman, inanç meselesinden çok siyasi boyutlu ve hep istismar edilmiş kanayan yaramızdır..

Yani itikadi değil siyasi bir mesele olan bu durum zaman zaman yüreklerimizin de yakıldığı, kardeşin kardeşe kırdırıldığı bir argümana dönüştürülebilmiş hüzün ve hazin dolu bir yanımızı oluşturmuştur..

Hz. Hüseyin’in şehit edilmesiyle ilk kez en büyük ayrışmanın başladığı o yıllardan sonraki süreçte Şah İsmail’in Osmanlı’ya karşı olan siyasi üstünlük kurma hayalini Şiilik üzerinden kurması ve sonrasında da Osmanlı’nın Şiiliği siyasi bir oluşum kabul etmesi üzerine konu, Osmanlı-İran rekabetinden Alevilik ve Sünnilik mertebesine çekilmiştir.

Sonrası günümüz Cumhuriyet Türkiye’sine kadar gelen ve istismara açık bir havuz şeklini almıştır..

Zamanın gidişatına göre o havuz sürekli bulandırılmıştır..

Kısaca konu itikadi olmaktan çıkmış siyasi bir hâl almıştır..

Bu istismar ediliş zaman içinde inanç boyutuna da sıçramış ve Aleviler ile Sünniler arasındaki ayrılıklar gün yüzüne daha fazla çıkarılmaya başlanmıştır.

Tabiidir ki bu ayrışmaya sebep olanlar, bu mecralarda söz sahibi olan mürşid, mürid, derviş, dede, imam, kanaat önderi adına ne derseniz deyin, siyasi kisvelerine ve kabul edilmiş misyonlarına bir hırka daha giymek adına işgüzarlık yapan bedhah bedenlerde vücut bulabilmişlerdir..

Zaman zaman bu ayrılıklar kanlı çatışmalara bile sebep olmuştur..

Çorum Milönü Mahallesi olayları, Sivas Madımak olayı ve Maraş olayları  bu anlamda üzerinde durulması gereken kanlı olaylardır..

Biliyoruz ki Alevilik ayrı bir din değildir..

Hatırla mısınız; bundan yaklaşık on yıl önce  İstanbul 5. İdare Mahkemesi “İnancı gereği çocuğunun zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf tutulmasını isteyen Alevi bir babanın başvurusunu haklı bulmuştu.”..

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde İslam Dini’nin esasları anlatılır.

Buraya  kadar tamam.

Ancak vahim olan Aleviliği ayrı bir dinmiş gibi (Musevilik, Hıristiyanlık gibi..) yorumlanmasıydı.

Bu çok tehlikeli durumun ve bu durumu istismar eden ve kullanan misyonerlik faaliyetleri o yıllarda çok etkin çalışmalar içerisindeydi..

Nitekim yukarıdaki mahkemenin kararında, dersin dini ve felsefi inancına uygun olmadığını belirten davacının talebi, "Dini inanç özgürlüğü gereği kabul edilmesi gerektiği" vurgulanmıştır..

Aleviliği ayrı bir dinmiş gibi sunma çalışmaları o yıllarda çok etkin bir şekilde toplum hafızasına yerleştirilmeye çalışılıyordu..

Misyoner ruh yapısının ya da dinsizliğin Alevilikle bağdaştırılıp Alevilik üzerinden “Dini inanç özgürlüğü gereği” ibaresi altında İslam’dan soyutlaması üzerinden yapılan faaliyetler hiç şüphesiz ki misyonerler için bir fırsat yaratmıştı..

İşte o günlerden bugünlere gelebilmek bile bir kazanımdır. Hem Aleviler için hem de Sünniler için..

İşte o yıllarda da belirtmiştim; Türkiye’deki Alevileri potansiyel hedef olarak seçen Protestan misyonerlerin bu kapsamda detaylı bir ‘Alevilik’ çalışması  yaptıklarından bahsetmiştim.

Bu yönde misyonerler ‘Alevilerin geçmişini bilmek bizim için önemlidir’ gerekçesiyle bir rapor açıklamışlar ve bu raporda Aleviliğin tarihsel süreci, nasıl ortaya çıktığı, doktrinleri ele alınarak geliştirilecek stratejiler hakkında teorik bilgiler verilmişti..

Gerek Osmanlı’da gerekse Cumhuriyet döneminde sürekli baskı altında tutulduklarına vurgu yapılan raporda Aleviler için İslami kurallara göre yaşamanın, yani namaz kılmanın, oruç tutmanın ya da bayanların başının örtmesinin öneminin olmadığına vurgu yapılarak ‘Tanrı’ kavramının her şeyden üstün tutulduğu belirtiliyordu..

Cumhuriyet döneminde Alevilerin dini hayatın tamamen dışına çıkarak laikleşme sürecinin sonucunda dinsiz bir yapıya doğru kaydığına dikkat çeken çalışmaya göre Alevilik’le Hıristiyanlık arasındaki benzerliklere vurgu yapılıyordu.

Alevi ritüellerinin detaylı bir şekilde anlatıldığı raporda ayrıca şu noktalara dikkat çekiliyordu: “Demokrasi ve İslami kurallar arasında bir tartışmada demokrasi karşıtı bir Alevi bulunamaz. Bütün Aleviler azınlık ve kadın haklarını savunur, bütün dinler için mutlak eşitlik isterler. Atatürk hemen hemen tüm Aleviler için tartışmasız önemli bir liderdir. Pek çoğunun evinde, iş yerinde Hz Ali’nin resminin yanında mutlaka Atatürk resmi de vardır. Aleviler kendilerini ayrıma tabi tutulmuş ve dışlanmış olarak hissederler, bu yüzden de devletle çatışmacıdırlar. Katı laiktirler.”

Gibi daha bir çok konudan bahsetmişler ve Alevi kardeşlerimize hoş görünebilmek ve kendilerine yakınlaştırabilmek için ince nifak tohumlarını serpiştirmişlerdir içimize..

İşte bu ve bunun gibi sebep, düşünce ve oluşumlar ile Alevi kardeşlerimizi üzecek ve onları bizden, Anadolu kültüründen uzaklaştırabilecek bir durumun ortaya çıkabilme ihtimalinin bertaraf edilmesi gerektiği artık bilinen bir durumdur..

Alevisiyle Sünnisiyle Türkiye halkını oluşturan Türk Milleti sonsuza dek hep var olsun..

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol