İnsan bir top vişneli dondurmaya bu kadar anlam yükler mi?
Altı üstü bir külah dondurma.
Hem de vişneli… İnsan seviyorsa elbette mana üstüne mana yükler.
Baldıran bal olur yanındaysa sevdiğin. Kar kış kıyamet değil de sevdiğinizleyseniz bir büyük ziyafet olur.
Bir külah dondurma ama vişneli…
O yâri inceden inceye sevmeli…
Ekşimsi tadı ve bir o kadar cezbedici kokusuyla bıraktığı tadı ve izi, sevdiğinizle paylaştığınız zaman da anılarınızda bırakır.
Denemesi bedava…
Dudağının kenarında kalan vişneli dondurma izini koluya sildi.
Ben de kaç dakikadır büyük bir iştiyak ve tutkuyla onun vişneli dondurma yemesini izliyordum.
Dudağının kenarları vişne çürüğü olmuş ve üstüne değdirdiği bazı yerler de vişne lekesiyle adeta vişne bahçesi olmuştu.
“Dudağını sil!” diye emrivakiyle seslendim.
O da “Niye?” diye cevapladı beni bir kusuru varmış gibi müteredditti.
“Dudağın vişne olmuş.” dedim ama sonra düzelttim.
“Vişne dudağın olmuş.”diye.
Bir çocuk masumiyeti ve saflığıyla kolunun yan tarafını ağzına götürüp vişne izlerini bir güzelce sildi.
“Mühim olan vişneli dondurmayı insanın sevdiğiyle yemesidir.” dedim.
“Hımm bak güzel söyledin, tebrikler.” deyince onun dondurmasından bir dudak alıp “Bir külah iki dudak.” dedim gülerek.
“Maksadın benim dondurmamı bitirmek değil mi?” dedi gülümseyerek.
“Hayır, maksadım senin dudağının değdiği yere dudağımı değdirmek…
Aynı tasın aynı tarafında su içmek gibi.”
Kirpiklerini yumdu, başını da öne eğdi.
Mahcubiyet onun yanaklarında hafif bir kırmızılık ortaya çıkartıyor ve bu da onda akşam kızıllığında dalında iri ve kocaman bir gülün kapanmaya çalışan halini andırıyordu.
“Niyet sensin.” dedim.
“Vişneli dondurma bahane.”
O da elinde erimeye başlayan vişneli dondurmayı unutmuş söylediklerimin tesirinde mahcup bir şekilde yuvasından düşmüş bir serçe yavrusu gibi durmaktaydı.
Sonra zor bela duyulan bir sesle “kısmet” dedi.
Ah vişneli dondurma! Rengi, tadı ve hatıralarıyla bir kalbe mevzubahis, bir akla obsesif bir durum…
Onun dudağındaki vişneli dondurma lekesi bir öpücükle silinir de damağımda ve dimağımda kalan vişneli dondurma izi nasıl silinir?
Bu iz dikkat edin kalbe nakşolmuş, akla çakılmış… İnsan sevdiğiyle paylaşıyorsa bu tadı tabi ki de ona da milyon anlam yükler.
Yeri geldi mi sevdiğinizle yediğiniz domates soslu makarna, içtiğiniz kaçak bir çay, Köfteciler Sokağı’nda tam ekmek, yakılmış salçayla yediğiniz köfte ve içtiğiniz köpüklü buz gibi bir ayran…
Bütün bunlara ilaveten de vişneli dondurma.
Tek başına yediğinizi, içtiğinizi düşünün bunları.
Sadece karnınızın doyduğunu hissedersiniz.
Bir de sevdiğinizle yediğinizi, içtiğinizi düşünün.
Karnınızla birlikte kalbinizin de doyduğunu hissedersiniz.
Mana yüklemeye devam her şeye.
Bir kol düğmesine mesela.
Bir saç tokasına ya da.
Bir gerdanlığa…
İnsan bazen bir şehri sever.
O şehrin bir sokağını…
O sokağın bir evini…
O evin bir ferdini…
Sonra o fertle birlikte şehrin havasını sever, suyunu, yolunu; o şehrin insanlarının binbir huyunu…
Buna sebep sadece bir insanı sevmektir.
Dolayısıyla suya atılan bir taşın yaratmış olduğu halka gibi bu “sevme” büyür.
Onun bahçesindeki çiçeği sever, kuşu ve kediyi…
Baktığı göğü, gezdiği yeri…
Sevdiği filmi, dinlediği müziği…
Sevmek de bulaşıcıdır.
Bulaş riski sevmeye başlayınca artıyor ve herkesi her şeyi daha bir sevmeye başlıyorsunuz.
Bu şehri, sevme sebeplerimden birisidir vişneli dondurma.
Mevsimi geldiğinde külah külah vişneli dondurmayla gezmekte insanlar.
Hepsinde seni görüyorum işte.
Aynı külahtaki dört top vişneli dondurmayı yiyoruz seninle bir bankta oturup.
Ağzımın kenarında kalıyor vişneli dondurma izi.
Nişanesi olarak taşıyorum gün boyu.
Herkesin apoleti, süs püsü, pırpırı omuzunda duruyor.
Benim de apoletim,süsüm püsüm ve pırpırım sensin kalbimde büyük bir gururla taşıdığım.
“En çok neyi özledin?” diye sorarlarsa senden uzak düştüğüm bir gün: “Vişneli dondurmayı.” derim.
“Neden öyle dersin ki?”
“Ben öyle dediğimde seni özlediğimi anla.” diye.