Sene 2000.
Bab-ı ali denen yokuşta (eskiler bizim yokuş derdi, şimdiki Cağaloğlu) yer alan bir yayınevinde çalışmaya başlamıştım.
Kitapların içinde tashihlerle uğraşırken doğal olarak hep yazılanlarla işim oldu.
O yokuşta ayakkabı eskitmeye devam ederken bir çok ünlü ünsüz yazarla tanışmışlığım, muhabbetim de oldu.
En güzel tarafı da buydu zaten.
İşiniz gereği yazılanları tashih ederken yazmaya fırsatınız da hevesiniz de olmuyor.
Böyle böyle birkaç yıl gelip geçti.
Sene 2002’yi gösterirken kader bizi İstanbul’dan aldı Ankara’nın puslu özellikle de siyasi hayatın tam orta yerine atıverdi.
Ankara’nın hâlâ çekmek zorunda kaldığım bu havasını solumaya yeni başlamıştım ki bir memleket gazetesi geçti elime.
7 Ekim 2003 tarihinde yayın hayatına başlamış.
İşte Nafiz Bey’le tanışmışlığımız Yeni Ufuk Gazete’nin ilk sayısıyla başlamış oldu.
Gazetesinde yazmak isteğimi söyledim.
Sağolsun kabul buyurdular ve o yıllarda haftalık olarak yayın yapan Yeni Ufuk Gazetesi’nin 3. sayısından itibaren yazmaya başladım.
O gün bugündür bazı fasılalar araya girmiş olsa da Nafiz Bey’in öncüsü olduğu gazetelerde yazmaya gayret ettim, ediyorum.
Evet hiç gazeteciliği meslek olarak edinmedim.
Bab-ı ali yokuşunda yayıncılık yaptım.
Sararmış, eskimiş kitaplarla hasbıhalim nice oldu.
Sırtından para kazandığı yazarlara kendi kitabını parayla satan yayıncılar gördüm, sırtına palto alamayan yazarlar da vardı o yokuşta.
Yazmanın erdemini de gördüm, yazarın alınıp satıldığını da.
Ama ben hayatın efsununa da kapıldım o yokuşta.
Kitaptan, yazardan, yazılandan kazandım ekmek paramı.
Sonrasında çok yazılar yazdım, şiirler yazdım siyaset, edebiyat ve sanat dergilerine.
Ama Ankara’nın o puslu havasının keşmekeşine düştük kurtlar sofrasına.
Siyasi yazıların içinde buldum kendimi.
Bu defa siyaset yapmadan siyasi arenadan kazandım ekmek paramı.
Gam yükünden gemiler yüzdürdüm diyar-ı gurbette.
Hep dağınık saçlarım oldu, bir araya getiremediğim.darmadağın düşüncelerim de vardı elbette.
Onca yokluğun içinde varlığım oldular.
Kağıtlar derya, mürekkebim acı oldu, ayrılık oldu, vuslat oldu, dost oldu.
Vuslat dedim her seferinde, dedikçe hasret oldu Aziz şehrim içimde.
Aziz şehrimin güzel insanıyla bu köşelerde buluşursun belki hoş bir sada olursun dedim.
Hafıza maziyi yoklayınca bu satırlarla teselli olursun, yazar değil ama köşesinde yazı olursun.
Bâb-ı Ali’den Harput’a giden yolda bir mola verir, kendinle kendin olursun.