Tip Fakültesi öğrencisi Enes Kara'nın intiharıyla birlikte cemaat ve inanç dünyası yeniden gündemin ilk sıralarına yerlești.
Cemaatlerin kendi yurtlarında bazı kurallarının olduğu doğru.
Ben de universite yıllarımda bu yurtlarda bir süre kalmıştım.
Ama doğrusunu söylemek gerekirse, bu kurallar insanı intihara götürebilecek derecede bunalımlı ve ağır değil.
Belli ki bu kardeşimizin başka sorunları vardı ve bu aşırı birikim, onu bir çıkmazın içine sürüklemiș olmalı.
Geleceği parlak, daha hayatının baharında bir gencimizin hayatına bu şekilde son vermesi elbette hepimizi çok üzdü.
Ama bunun üzerinden vur abalıya yapıp dini acımasızca eleştirmek elbette tasvib edilemez.
Cemaatlerin kendi yurtlarında yaptıkları baskıyı da doğru bulmuyorum elbette.
Ama ataerkil ailede yetişen nesil de babadan bu kadar korkmamalı.
Ailedeki diolog kopukluğu ve klasik baba algısı, çocuğu başka arayışlara itmemeli.
Baba, çocuğun zihninde eli mașalı bir algıyla yer etmemeli.
İnanırsınız, inanmazsınız, sizin bileceğiniz iș.
Ama kutsala saygı çerçevesinde kalmak ve bu hassasiyet içinde olmak gerektiği kanısındayım...
İnternette iki dinsiz yutubırın bazı videolarını izledim son birkaç gündür.
Ve bu iki yutubırın toplamda yaklaşık bir milyona yakın abonesi var.
Evet, yanlış okumadınız, bir milyon abone...
"Bu ülkede Ateizm artık bitmiştir" diye açıklama yapan bazı İslami yazarlara nazire yaparcasına, abone sayılarını her geçen gün de arttırıyorlar.
Üstelik oldukça donanımlılar.
Kendilerini yetiştirmiş, okumuş, araștırmıșlar.
Videolarında kullandıkları dil ise, çok rahatsız edici...
Allah'ı, peygamberi, dinleri yerden yere vurdukları gibi, inançlı kesimle de kendilerince dalga geçiyorlar.
Kafası biraz karışık olanları yanlarına çekebilmek için neredeyse her yolu deniyorlar.
Hele videoların altına yapılan abone yorumları, sorunun ciddiyetini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaya yetiyor: "Arayış içindeydim.
Sizi izledim yolumu buldum."
"Ufkumu açtınız.
Bir gram imanım vardı, onu da sayenizde çöpe attım."
"Bütün dinler birbirinin aynı.
Al birini vur ötekine."
"Senin dinin sana, benim dinim bana söylemi, içi boş bir söylem ve asla gerçek değil." "Dinler bilmeyi, sorgulamayı, araştırmayı sevmez, hatta nefret ederler..."
"Bir dine girdin mi artık beyne ihtiyacın olmaz. Bu algıya uyan ve inanan bağnaz, yobaz takımı..." Daha ağır söylemler de var, onları burada yazamıyorum.
Bu yutubırların isimlerini verip onları hedef göstermek istemiyorum.
Ama bizim de gençlerimize sahip çıkmamız gerekiyor. Meselenin ciddiyetini kavramamız ve buna göre bir yol izlememiz gerekiyor.
Saldım çayıra Mevlam kayıra, mantığıyla çocuklarımızdan el çekmek ve onları başıboş bırakmak, ileride telafisi güç durumlara sebebiyet verebilir, nitekim veriyor da...
Bir dine inanıyor ve o inanca göre yaşıyorsanız, öncelikle bu dini yeterince öğrenmek için çaba sarf edin. Yapamadığımız bu. Babam da böyle yapardı algısı, bizi alışkanlıkların hakim olduğu şekilci bir inanıșla bașbașa bırakıyor.
Okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, öğrenmeye kapalı bir cehaletten öteye geçemedik maalesef...
Ömer Demirbağ'ın söylemlerine kulak verelim: "Ey aileler!
Çocuğunuzun ilk hocası ve mürşidi sizlersiniz.
Sizden bir ışıltı, bir fazilet görmeden dışarı salıverdiğiniz çocuk, melekler topluluğunun içine bile düşse, ruhunun derinliklerinde bir yerde, mutlaka derin bir boşluğu hep taşıyor olacaktır.
Şeytan ve insani iblisler de, vaktiyle sizin dolduramadığınız o boşluğu dolduracaklardır..." Üzerinde biraz düşünün derim...